30 Temmuz 2009 Perşembe

Usta ile Margarita, bir tatil ilişkisi...

Bana kısa bir tatilin tanımını yap, senin için neler ifade ediyor deseniz: "Bünyeye bol bol güneş, kafaya bir f5, Djemba Djemba'ya da bir eş demektir." derim. Djemba Djemba da kim mi? Bilmeyenler için.

Küçük bir tatil yaptım. Hem de pek huyum olmayan bir şekilde tek başıma. Yani Sapinto. Biz böyle diyoruz (oğlum T.İ ekle vocabulary'e: Sapinto=Sap) Gümbet'teydim. Yani Güm, Bed!

Öyle yazınca beklentiler artmasın. 3-4 gün kalabildim zaten, işlerim çok, o yüzden.



Day 1:

İlk gün gündüz açıkçası mal gibi dolandım. Zannedersiniz Maldonado'yu Gümbetspor'a kiralık vermişiz. Akşamsa tam bir hüsrandı. Güya tek başıma gittim, tanıdık üstüne tanıdık, tanıdık üstüne tanıdık. Bi de babamın aile dostları filan denk gelmesin mi? Bilal Amca, tam bir fenomen. Bana diyo ki: "Lan el kadardın el. Kucağımıza doğdun. Bize pipini gösterirdin pipiniiii. Hayta" tarzı muhabbetler. Diyemiyorum ki, "Bilal Amcacım mantalite aynı, değişiklik yok. Şimdi de pipimi gösterme derdindeyim. Lakin hedef kitle tamamen değişti.". Onlar da demiyolar ki bu çocuğun bi derdi vardır, tek başına geldiyse bi sebebi vardır. Yok, sanki evlerine misafirliğe gittim Bodrum'a. Neyse hadi, misafirperverlik eleştirilmez.

O gün halim de yoktu, odaya erken döndüm. Yattım zıbardım. Hatta ilk yatınca gözüme uyku girmedi. Kendi kendini teskin etme kafası vardır ya "ya bu da kafa dinleme tatili olsun, böyle işte ne güzel ooooh, dostlar güneş müneş" mantalitesine bile getirdim kendimi. Tam bir züğürt tesellisi. Sabah uyandığımda neyse ki Djemba Djemba bi gece önce zihnimde kurduğum kafa dinleme zırvalarını dimağımdan silmem için bir uyarı atışı yaptı.

Day 2:

Djemba Djemba'nın uyarı atışını müteakip beach'e gittim. Güzelce konuşlandım. Mp3 player'ım, dergim, erken saat olmasına rağmen şezlongumun yanına gelen buz gibi biram. Kışın yapılan yatırımların meyvesi düz karnım, her şey hazır. Başarısızlık halindeyse, kafamı tekrar "lan bu kafa dinleme tatiliydi zaten"e getirebilecek düzenlemeleri de yaptım beynimde. Beklentilerim yüksek değil.

Öğlen oldu, bir arkadaşım aradı, cep telefonunda onla konuşurken biraz daha yüksek sesle konuşarak, iki yandaki şezlongda yer alan hanımefendi ikilisine zarfı da atmış oldum. Kalkıp yürüyüp telefonda tam kritik cümleleri onların şezlongun önünden geçerken söyledim filan. Yüksek sesle "Yok be Hakancım, çok bunaldım Serra'yla olanlardan sonra, biliyosun. Bi süre yok o işler, neler geldi başıma biliyosun" tarzı cümleler kurdum. (Serra diye biri yok. Bunu yaptım, çünkü kadınlar böyle şeyleri accayip merak ederler. Çatlarlar dinlemezlerse. Dinlerlerse moral vermeyi sever çabuk samimiyet kurmaya bayılırlar.) Neyse bu çabam dikkat çekmekle beraber ilk anda işe yaramadı. Ancak bir saat sonra başlayacak muhabbetin temellerini sağlam bir şekilde attı.

Dediğim gibi iki kişiydiler. Tatile 2 arkadaş gelmişler. İstanbul'da olduklarında ikisi de business kasa. Bir tanesi çok fit, yaklaşık 7,8. Diğeri de eh işte, 6,9. 7,8 olanın adı Pembe Panter (pembe bikinisi vardı), 6,9 olanın adı da Margarita (o da frozen çilekli margarita içiyordu habire)

Öğlen tavla oynamaya başladılar, ben de bu güzel fırsatı kaçırmayıp izleyici olarak yamandım. Kısa muhabbetler. İkisi de bronz. Baktığım zaman ilk 7,8'e oynamaya karar vermiştim zaten. Gülüşü mülüşü çok güzel. Daha önceki postlarımdan hatırlarsanız, pervane sınırını aşmış bir kız. Zaten bikiniyle görüp karar veriyorsanız 7,8'e sağlıklı bir karardır.

Akşam ne yaptıklarını falan filan sordum klasik yola girdim. Sözleştim.

İşler değişti.


Pembe panterle Margarita geldiler. Ben acemilik yapmayıp, o barlarda olan masamsı şeylerden bir tanesini ayırtmıştım. Öyle barlarda gezgin olmak iyi bir taktik değil, bir üssün olacak. Oraya ara ara uğrayacaksın. Üssün olmadı mı köpekbalığı gibi oluyorsun, kadınlar da "avcı" yaftasını yapıştırdı mı işin zorlaşır.



Gündüz plajda full capture bütün vücudunu gördüğüm bir kız, gece kıyafetini bi çakınca, o eteği azıcık daha sıyrılsın diye deli olmuyor muyum, kendime bir türlü anlam veremiyorum. Aslında veriyorum da ne bileyim işte... Seksapel sen nelere kadirsin?

Kıyafetler giyilince Margarita (6,9) benim aklımı başımdan almaya başladı. Siyah bi elbisesi vardı. Mini, tadında bir dekolte. Çok güzel bir kolye ve bilezik, ayakta abiye bir sandalet (tanımlamak zor biliyorum ama çok şıktı) saçlar açık, arada bir kaç tutamı örmüş onu sanki taç gibi dolamış filan. Saçların rengini büyük bir ihtimalle azıcık açmış, ama doğal bir şekilde. Bronz tenle mükemmel bir uyum. Pembe Panteri de anlatayım, sarı düz bir elbise, sanki plaj kostümü gibi, ayakta babet, saçlar açık, hafif makyaj. Zaten güzel bir vücut, ne giyse yakışır. Bir tatil akşamı için ultimate bir kıyafet. Ama + puanları Margarita toplamadı desem yalan.

Pembe Panteri de Margarita'yı da çok sevdim. Ancak ikisini de başka bi türlü seviyodum. Arzulamak anlamındaysa Margarita çok ön plana çıktı.

Burada çok ince bir konu var. Güzel kıza mı yazmalı, yoksa ortalama olana mı? Sonuçta cevap tabii ki kim senin kriterlerine göre göre daha güzel daha kafaysa ona. Ama işler o kadar basit değil. Ben "mükemmeliyetçi" biriyim diyerek bu işin içinden çıkmak taktik bir hatadır.

Çünkü neden?
Doğa da da bu böyle. Aslan daha semiz eti var diye büyük bizona saldırıyo mu? Saldırdığı da oluyo ama her zaman değil. Doğru seçimi yapıyor.
Normalde şansının %40-50 olduğu ortalama bir kadın var diyelim. O ortalamanın yanında kendinden güzel bir arkadaşı varsa ve sen ortalamaya yazıyorsan şansın %90'lar mertebesine çıkar. Çünkü kadınlar hoşlanılmaktan ve bunu göstermekten çok zevk alırlar. Ötekiylese şansın her ahval ve şeraitte %20-30'lar mertebesindedir. Ötekine de yazabilirsiniz yazmayın demiyorum. Ancak durum muhakemesini iyi yapmak lazım. Yoksa ben de güzel kadın severim ne var ki?

Neyse;
Zaten o gece bana Margarita daha bi güzel göründü de :))). O margarita, ben küçük şişe biralarla kah topu kanatlara aktardık, kah hücum pres yaptık. Güzel bir gece, Pembe Panter yokken birkaç kez öpüştük. Öpüşmek için Pembe Panter'in gittiği anları beklemesi o gece için şansımın olmadığının en önemli işaretiydi. Demek ki arkadaşını çok takıyordu, ne der filan diye. Otellere döndük, yarın ola hayrola.

Yarın: Usta ile Margarita 2 :)

21 Temmuz 2009 Salı

Verkaç

Unutmadan, bu kelimeyi de vocabulary'e eklemeliyim. Çünkü verkaç, bu ilişkiler çerçevesinde sırf bizim arkadaş grubumuzda kullandığımız bir terim olabilir. Ancak herkes kullansın derim, bir boşluğu dolduruyor.
Verkaç ne demek?

Efendim. Diyelim ki bir arkadaşınız, size yeni bir sevgili yapmak için çok iyi pozisyonlar hazırladı. Bir nevi önayak oldu. Sayesinde sevgiliyi yaptınız. Siz de yeni edindiğiniz kız arkadaşınızın çevresinden size bu güzelliği yapan arkadaşınıza bir sevgili "yaparsanız", buna verkaç denir. Yani hop pası verir, hop bi şekil geri alır.
Bizde olur. Mesela, "Lan Tufan nası aşk meşk durumları?" dersin. "Lafontenle verkaca girdim du bakalım." der. Birisine fazla verkaç borcu takmak, racona terstir.
Çok samimi arkadaşlarla verkaç biraz zor. Çünkü ortak çevre çok. Orta seviyede tanışıklıklar, daha iyi verkaçlara gebedir.

Şimdi anlatacağım hikaye, tam bir verkaç hikayesi.
Kızın adı: Damla,
Kızın kod adı: Baldamlası
Verkaç hero: Lafonten.

Merak edenler için kod adı niye Baldamlası'ydı çünkü kızın bal rengi bir arabası vardı, güzel bir golf. Çok güzel araba kullanırdı. İyi araba kullanan kadın süper bir şeydir.

Bayılırım kadın şoförlere. Niye bu kadar laf eder sinirlenir herkes hiç anlamam.

Lafonten'in liseden arkadaşıymış, facebook'ta toplaşılan o "Lise arkadaşları buluşuyoruuuuz" "Kamaşullah Toptankatır Lisesi 98 mezunları, Buluşuyoruuuuz" zevksizliğinde, o yapmacıklıkta bir şey sayesinde buluşmuş tekrardan. Son derecede çirkin bulmakla beraber, biz öyle şeylere katılımı teşvik ederiz. Lafonten de belki bi iş çıkar, bana olmasa eşe dosta çıkar mantalitesiyle gitmiş.
Orda 4 5 kişi ayrılmışlar,muhabbet sarmış, derinleşmiş. "Ay matematikçi çaktırmadan yellenirdi, yok fizikçi bedenciye vermişti ama evlenememişlerdi. Ay o ne kopya çekerdi, bu kopya verirken yakalanmıştı falandı filandı derken... Daha sonrayeni bir mekana gitmişler ve 3 kişilik bir çekirdek ekip kalmış. Lafontan, liseden bi tip bi de Baldamlası. Baldamlası "aşksızlıktan" filan yakınmış buna, bu da beni aradı hemen dışarı çıkıp. Abi bu iş en iyi taze tazeyken olur, sen hemen gel. Damla diye bir arkadaş var, tatlı da bir kız. Ben kanka muhabbetine girdim, artık zor. Hoşlanırsanız, bakarsınız filan dedi. Kıza da ayarı vermiş de vermiş. Ben de "damla"dım. Baktım gayet şirin şeker bir kız. Taksim/Etiler kasa kırması, 7,5. Zaten güzel bir muhabbet ortamı var, kolay oldu samimiyeti kurmak. Ertesi gün durdum. Bi sonraki gün iş çıkışına gelip alayım mı seni çok sıkıldım bugün gibi bi mesaj attım. Tabii dedi.

Aranağme: Bu iyi çalışan bir mesajdır. Yani sıkıldım, çok bunaldım, buluşalım mı? Çünkü kadınlar böyle şeyleri çok sever. 1- Hemen aaaa yapabileceğim bir şey var mı moduna girerler. Özünde dedikodu vardır çünkü bu işlerin tamamının dert dinlemeye de bir çoğu bayılır. 2- Kadınlar samimiyeti severler. Yani samimi arkadaş gibi davranılmasını. Samimiyet yerine koyacak başka bir kelime bulamadım. Ama tam sözlük anlamıyla samimiyet değil bu. Başka tip bi samimiyet işte, anlayın. Bana dertlerini anlatıyor tarzı... Neyse.

Gittim aldım, sevdim de zaten kızı çok. Efendi gibi yaklaştım ve 6 ay kadar beraber olduk. Kot altına topuklu ayakkabı giyerdi, çok yakışırdı. Seviyorum böyle ilişkileri. İnsanın üzerine gelmeyen kadınlar her zaman iyidir. Paylaşacağımız bir sürü şey vardı. Onlar bitince ikimiz de ayrılmak istedik, ayrıldık. Bu ilişkinin detaylarını vermeyeceğim çünkü konumuz verkaç.

Ben tabi Baldamlasıyla takılmaya başladıktan sonra bütün gözler bana döndü. "Pis herif, kuruttu kanalları.", "İbne arkadaşlarını da kendine saklıyo kesin." gibi cümlelerin arkamdan konuşulduğunu :) bildiğimden. Hızlıca hareket ettim. Beni iş arkadaşlarıyla tanıştırdığı bir akşam yemeğinde ilk fizibilitemi yaptım ve Lafonten'im için adayları ikiye indirdim. Baldamlasını işledim, Burcu'yu Lafonten'le tanıştıralım filan diye. Uzun sürmedi. Burcu biraz tesadüflere inanan birisi filan dedi Baldamlası bana. Bu şekil yaparsak onu soğuturmuşuz. Amına koyiyim, bilmiyoz sanki. Ulan Lafonten'le ilgili benden çok şey öğrenmiştir ha "tesadüfler kraliçesi" eminim. Neyse allem kallem Tesadüfler Kraliçesiyle bizimkini bir araya getirdik. Kısa zamanda birbirlerini sevdiler, birbirlerine gönül verdiler, tatillere çıktılar. Çok "tesadüfi" olduğu için de kızımız "vay be hayat ne enteresan, bi adam çıkıveriyor karşına pat diye aşık oluveriyosun işte" filan gibi konuşuyodu. (Hasbinallaaah, ulan neyin tesadüfü, bak bi saattir anlatıyorum. ne altyapı var bu işin içinde.)

Verkaç'tan öğrenilecekler:
Sevmeseniz bile sosyal ortamlardan uzak durmayın.
Arkadaşlarınızı ihmal etmeyin, ki ihmal edilmeyesiniz.

Baldamlası'ndan öğrenilecekler:
Araba kullanmayı seven kadınlar, sizi seviyorum. Büyük konfor büyük.

Tesadüfler kraliçesinden öğrenilecekler:
Buraya yazacak cümlem yok. Ekleyecek cümlesi olan varsa söylesin, hemen koyayım.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Parayla Seks: İğrençlik mi? Yoksa apayrı bir zevk mi 2? Yani, devam...

İlkini okumamışlar lütfen buraya tıklayarak şu ilk postu okuyuversinler.

Ne demiştik?

Erkekler ikiye ayrılır. Paralı sekse sıcak bakanlar, bakmayanlar. Sıcak bakmayanlar kendi aralarında 3'e ayrılır. Zaten istediğim an yapabiliyorum diyen palavracılar, zevkli bulmayanlar ve kendine yakıştıramayanlar. Peki sıcak bakanlar kendi içlerinde kaça ayrılır? Cevap: Hiçbişeye ayrılmazlar. Onlar doğru yolu bulmuş, daha ne ayrılacaklar.

Sıcak bakanları da sıcak bakmayanları da iyi tanırım. Her iki tarafta da bulundum. Onlardan biri oldum. Onlarla güldüm, onlarla ağladım. Sıcak bakmayanlar hakkında yorum yapmayacağım. Her fikre saygı duymak diye bir şey var. Ama yine de son söz babında onlara bir çift lafım var: Lan oğlum Pretty Woman'ı da mı seyretmediniz lan? Gördünüz. Richard Gere, haza beyefendi adam, filmde karizmaysa karizma, paraysa para, limuzinse limuzin... O bile ihtiyaç duyuyor. Lütfen.

Pretty womaan, walkin' down the street... Resme tıklayın ve J. Roberts'ın hatlarının mükemmelliğinin farkına varın.

Neyse,
Bunun bir seks hikayeleri bloguna dönüşmesini istemiyorum (onları kalitesiz ya da aşağılık bulduğumdan değil, bilhassa onlara saygımdan). İstemememden kelli, burada hikayelerimi biraz daha kelimeleri seçerek anlatacağım.

Şimdi, daha önce de belirttiğim gibi, mesleki ekspertize saygı duymak gerekir.

Federico Fellini demiş ki, "Deneyim, başka şeylere bakarken kazandığımız şeydir." Yani, bi düşünün şimdi o kadın kimbilir kaç şeye baktı. Neler neler biliyodur o. Di mi ama? Ben bu tecrübeyi, beni kendi zevk dünyamda hazdan hazza uçurabilecek bu ziplenmiş paketi neden açmayayım? Nitekim kendi seks zevkime dair çok şey öğrendim hayat kadınlarından. Daha önce keşfedemediğim bir sürü zevk kanalını onlar sayesinde keşfettim. Bunu keşfettiğim küçük şeyleri becerebilen sevgililerimi daha çok sevdim. Onlar olmasa, ben belki bir sürü şeyden bihaber olacaktım. Sevgililerim de...


Federico Fellini de kendini sanatına adamış adam, Bilse ki kendime ders çıkartırken ben oradaki "şey" yerine bizim "şeyi", yani bildiğimiz Djemba Djemba'yı koyacağım, belki de etmezdi bu lafı.
Sanaaaaat, beni neden yoruyosuuun?

Onlar olmasa... Evet bu başlangıç güzel bu cümle üzerinden devam ediyorum.




  • Onlar olmasa, ben hayatta Maria Sharapova'dan daha güzel bir kadınla beraber olamazdım. Ama oldum, onlar sayesinde. (Bu cümleyi lütfen iyi düşünün, iyi tartın)
  • Onlar olmasa, beni bir kadının en mutlu edecek numaralarını öğrenemeyecektim, ya da öğrendiğimde çok geç olacaktı.
  • Onlar olmasa ortalıkta bir sürü tehlikeli adam olmaz mıydı sizce? Nereye boşalacaktı erkeklerde birikmiş onca cinsel enerji.

Bir düşünün. Sekse dair müthiş bir know how aktarımı var burada. Hayat kadınlarından bize, bizden de beraber olduğumuz sevgililerimize aktardığımız. Ulan resmen köprüyüz ha, bak şimdi fark ettim. Bi titreme geldi. Titremeyi müteakip aklıma da Şarapova geldi, yukarda da yazdım ya ondan herhalde. Bi yurtdışı yapmam lazım. Yanlış anlamayın lütfen, bilgi aktarımı için ;)...

16 Temmuz 2009 Perşembe

The Untouchables... Yani Dokkundur!

Burada samimiyetle bütün ilişkilerimi anlatıyorum. Bugün blogumu ilk kez baştan sona okudum. Ve tam bu arada bu postu yazmam gerektiğinin farkına vardım. Çünkü okurken "amma da profesyonel görünüyorum" diye düşündüm. Sanki hiç iniş çıkışlar yaşamamış, önüme gelen ve her istediğim kadınla berabaer olmuşum. Elimden bir uçan bir de kaçan kurtulmuş gibi bir hava var.

T.İ bir an duraklar:
Lan acaba vaz mı geçsem? Devamını yazmasam mı? Karizmayı koymuşken. Yok yok. Erkek muhabbeti, burada her şey samimi.
Devam et oğlum.

Dediğim gibi, bir Kazanova, bir Don Juan, Mon Juan hiç bi bok değilim. Aksine göt olmuşluğum çoktur. Saymakla bitmez. Ancak atalarımız boşuna dememişler hamama giren terler diye. Göt olmak, bu işin tuzu biberi.

İşte o hikayelerden biri:



Adı Simge, ama daha o ilk postumda size bahsettiğim Simge değil, başka Simge. Bu, göt oluşumun Simgesi. O postta da demiştim Simge ismi hayatımda ilginç şekilde dönüm noktalarına oturmuş bir isim diye.

5 - 6 sene önceydi, Simge diye bir kıza taktım kafayı. Ama ne takmak... Resmen uyku uyuyamıyorum. Ortak arkadaşım da çok, herkesi seferber ediyorum. Herkese zindan ettim hayatı. Cool tavrımı artık kaybettim ve çok agresif bir şekilde hem yakın çevreme hem de kendime baskı yapıyorum. İşi akıl ekseninden çıkartmışım, tamamen saçmalıyorum artık. Varolan azıcık şansımı da sıfıra indiriyorum. Kız pas vermiyor ve ben, o kadar herkese "yaa uzatmican, yola devam edicen koççççum" diye talkımlar veren ben, "yaaa erkeksin ne zaman ki duygusallığa bağlarsın kadın seni bitirir"diyen ben, "kaçan kovalanır, daha başlamadan çok ilgini belli edersen kızı soğutur şımartırsın" görüşünün bayrak taşıyanı ben, sıçtım işte.

En ağzı dili bozuk postum da bu olacak herhalde, ama şu an biraz alkollüyüm, tüm okurlarımdan özür diliyortum.

Bu Simge'nin kod adını söylemeyi unuttum: The Untouchable. Niye, çünkü eli elime değmedi amına koyim. Millet hala dalga geçer benle. Bu lakabı da o Lafonten denen ibne taktı.

Neyse, konudan kopuyorum yine. Millet bu untouchable yüzünden hala alay eder benle. Ne zaman beylik bir laf etsem, "üüüüü, gözlerin doluyodu ama ben simgeyi istiyorum." diye diyolar. Şu an bu şakayla üzerlerime geldiklerinde çok sinirleniyorum. Ulan lavuklar, herkes kendi kapısının önüne baksın maksın dedikçe de daha bi üstüme gelirler.



Simge bir arkadaşımın arkadaşıydı aslında. Eskiden samimi olduğum bir kız arkadaşımın arkadaşı (sevgili değil, arkadaş). 1,65, sarışın ama koyu sarı, kadında en sevdiğim saç renklerinden biri, bronz ten, dümdüz saçlar, hep ipek gibi. Yazın kısa şort, renkli atlet, renkli flip flop. Çok güzel bir kız.

Ben önce arkadaşıma söyledim, dedim ki "Ya bana bu Simge'yi yaparsın, ya hayatımla oynarsın. Sen seç." Bana kendisinin de Simge'yle çok samimi olmamasına rağmen elinden geleceğini yapacağını söyledi. Sonra konuştu herhalde, kız da yok istemiyorum tipi şeyler filan dedi buna. Ben başka kanallardan da zorluyorum bu arada. Bir toplu buluşmada çektim konuştum. Yok, yokoğlu yok. Sonra telefonlar melefonlar, yok yok yok. İstemiyor işte. Kafamda öyle bir hale getirdim ki ben de kızı. O an önümde sanki JLo domalsa, umurumda olmayacak. Simge'den başka hiçkimse beni tatmin edemez gibi hissediyorum. Kızı öyle büyüttüm ki kafamda, yarın evlenelim dese, hiç düşünmem.

Olmayınca büyük bunalıma girdim. Arkadaşlarım sağolsun, çekip aldılar beni bi şekil ama hala dalga geçiyo pezevenkler.

Peki nasıl bu hale gelebildim?
Untouchable'lar böyledir. Ulaşamamak, belki de ulaşamayacağını anlamak bu hale getirir insanı. İlk aşamada ne seksi kadın diye düşündüğün kişi, kafanda tehlikeli şekilde büyür. Artık isteğin, işin cinsellik boyutunu filan çok aşar. Tüketir adamı tüketir. Bir de senle beraber olmadı ya, hani tamam benden hoşlanmadı, tipi değilim kabul filan dersin. Sonra bi tiple çıkar. Ağır küfür edersin. Lan beni beğenmedin, o kadar 1 milyon kere olmaz dedin de buna mı olur dedin? Ha?. Hiç anlam veremezsiniz. Nedir untouchable'ın kriterleri.


Untouchable Simge'den öğrendiklerim:
  1. En tatlı elma, ulaşılamayan elma.
  2. Aslında biliyosun, ilişkilerde hiçbir şekilde yamulmamak lazım (hiç başlamamış bir ilişki olsa bile) biliyosun ama daha iyi bil, daha iyi bil. Bilip de hep aynı hatayı yapabilirsin çünkü, kulağına kocaman bi küpe olsun.
  3. Untouchable'lara kimin dokunacağı belli olmaz. Bi bakmışsın, ameleyle geziverir valla.
  4. Göt ol, ama hamlesiz olma. Çabuk toparlan.
Deeeepnot:
1. Hala içimde bir yarasın lan Simge. Bi vermedin. Alacağın olsun. Maskara ettin beni çoluk çocuğa...
2. Baya bi alkollü yazdım bu yazıyı, okuyamadan yayınlayacağım. Beni affedin.

Erkek Muhabbeti: Vocabulary ve Notlama

Anlatırken pek çok kere kendime göre kelimeler kullanıyorum. Pek kendime göre değil aslında. Çoğu erkekler arası iletişimden doğmuş kelimeler. Şimdi onları listeleyeceğim. Hemen ardından da dış görünüşlerine kadınları notlama kriterlerimizi yazacağım.

Vocabulary:

...Djemba Djemba: Benim aletin diğer adı.

... kasa: Bir kadının vücut yapısını simgeler. Örneğin:

___Bussiness kasa: İş kadını kıyafetli, seksi. Topuklu ayakkabılı, popoyu ön plana çıkartıcı dizüstü dar bir etek, üzerinde arka tarafı kapatmayacak göğüs kısmının manzarasına limitli izin veren bir gömlek. Topuz saç vb. Karakter olarak, hırslı.

___Etiler kasa: Boyalı saç, 4 mevsim bronz ten, mutlaka takı, rahatsız edecek derecede bol makyaj, boş konuşma, ilk defa giyilen ayakkabı (ayaklarını vurduğu çok olur). Karakter olarak, boş.

___Taksim kasa: Bakımlı olup olmaması gününe göre değişen. Kendine özendiğinde çok güzel olabilen, özenmedi mi de seksten soğutan. Taksim'i seven, güzel oldu mu insanın içini kıpırdatan cinsten. Karakter olarak, değişken. Kabul edilebilir - Çok akıllı skalasında değişen ama bunun altına pek düşmeyen.

___mature kasa: Yaşı var, ama kendini korumayı başarmış. Bazen genç kadınlar da mature kasaa olabiliyor giyimine, tavrına kilosuna filan göre. Mature kasa'nın en önemli özelliği biraz kilolu ama oranlarını koruyor olması.

___minyon kasa: Demi Moore vardı, ne seksi kadındı. Minyon kasa eşittir demi moore stili. Vinona da öyledir. Ama demi daha seksidir. Şimdi yaşlanmıştır. Minyon matur olmuştur :)

___anadol kasa: Kumaş iyi, ama kendine yakışanı giymeyi, kendine bakmayı hiç bilmiyor.

___çılgın kasa: Güzel, ama saçlarını bi' garip renklere boyayan. İlle de sadece belirli bir kesimdeki erkeklere oynayan. Acayip ayakkabılar giyen, cart pembe bluz altına cart yeşil bir şey giyen kadınlar. Vücut güzel, ama...

___sporcu kasa: Sporcu dediysem, gülleci halterci değil. Fitnessçı, Tenisçi, voleybolcu... Çok severim, güzelini çok severim. sıkı kollar. Güzel, ama ojesiz eller. Azıcık damarlı olabilir elleri, yakışır onlara. Seksi giyinmez, spor giyinir. Çok nadir, düğün arkadaşının bir şeyii varsa falan filan, bir giyinir. Çok can yakar.

___incredible kasa [feat. Lilith]: O insansa biz neyiz dedirten kasa tipi. Kasa bile diyesim gelmiyor ya neyse. Kalıp mı demeliydim. Özetle İskeletor olmayan manken fiziği. Fakat İskeletor değil dediysem etine buduna demek istemedim. Uzun bacaklar. Hep bakımlı,. Güzel giyinmeyi de biliyorsa iç titretir. Çok uzun boylularda güzel el ayak beklemek genellikle hata olur. Kasa tipini hatırlatan Lilith'e teşekkür.


kaçak kat çıkmak: Eğer ki bir ilişkin varsa, sürüyorsa ve öte yandan yeni bir ilişkin daha varsa. Kız arkadaşından ayrılmadan yeni bir kız arkadaş edinme durumu. (Tam tersi de olabilir, seksist yaklaşmanın alemi yok). "Oğlum bak yine kaç kat çıkıyosun, belediye s.kicek g.tünü!"

___belediye:
Kaçak kat çıktığın durumlarda, ilk ve ana sevgilin pozisyonundaki kız.

kaçak et kesmek: Sevgilin varken, one-night ilişki yaşamak.

şu an aklıma gelen bunlar. zamanla ekledikçe ekleyeceğim, merak etmeyiniz. Yorumlarınızla ek yaparsanız seve seve koyarım.

verkaça girmek: Diyelim ki bir arkadaşınız, size yeni bir sevgili yapmak için çok iyi pozisyonlar hazırladı. Bir nevi önayak oldu. Sayesinde sevgiliyi yaptınız. Siz de yeni edindiğiniz kız arkadaşınızın çevresinden size bu güzelliği yapan arkadaşınıza bir sevgili "yaparsanız", buna verkaç denir. Yani hop pası verir, hop bi şekil geri alır.

sapinto: Sap erkek modeli. (Aslında Portekizli bir futbolcunun adı. Sap yerine Sapinto daha karizmatik, o yüzden tercih ediyoruz.)

Notlama:

Güzellik, dış görünüş, fizikgörünümüne il bakışta verilen puan.

___5 ve altı: Out of question.

___5-6 arası: Bariz görünen kusurları var, ancak bariz görünen artıları da var. 5 barajını onlar sayesinde geçebilmiş. Mesela, kalçalar aşırı büyük. Ancak bel ve göğüs kabul edilebilir güzellikte. O zaman ne oluyor kalça onun için önemli bir kriter olmayan erkekler arasında, ya da koca kalça sevenler arasında prim yapabiliyor. Ya da vücut vasatın altı ama çok güzel bir yüz (Yüz çok büyük bir etken)

___6-7 arası: Güzel diyebileceğimiz aralığın başlangıcı. Pek çok vasatı var, ama total olarak güzel. Yani her maçta 3 yıldızlık oynayan bir oyuncu düşünün, onun gibi. Belki bir tane öne çıkan çok güzel bir yeri var. Ama hiçbir yeri de, ooo hayatta olmaz dedirtmiyor.

___7-8 arası: Dikkat! Pervane sınırı. 7 üzeri kadınlar, özellikle de 7,5 üzeri kadınlar erkekleri pervane edebilecek güzellikte olurlar. Akşam yatmadan önce mutlaka akla gelirler. Vücutları orantılı olur. Boyları kısa da olsa uzun da olsa seksapelleri vardır. Bakımlıdırlar. Arkadaşları da genelde güzel olur.

___8-9 arası: Buradaki sınır, makyajsız da çok güzel görünebilmektir. Yolda pek yanımızdan geçmezler. Bacaklar mutlaka uzun (vücuda göre), bel mutlaka çok ince, göğüsler mutlaka güzel olmalıdır. Bizim "vay be, ipek gibi ya bacaklara bak dediğimiz bacaklara." "Biraz selülitim var sen fark etmiyosun. " diyebilmelidir. Kolay değildir yani 8,5 9 numara alabilmek. Hep özen ister, hep iyi giyinme ister. Hep bakım ister, hatta belki estetik operasyon ister.

___9-10 arası: Tanrıçaların dünyasına hoş geldiniz. Ceketlerinizi ilikleyin ve güzelliğe saygı duyun. Bu aciz insanın, bendenizin kelimeleri onları anlatmaya yetmeyebilir. Ancak, Liv Taylor'un en seksi ve güzel hali gibi bir şeyden bahsediyoruz. Tıkandım. Nefes alamıyorum.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Selen the Akılçelen!

Büyük bir seks düşünürü der ki: "Uzun kadın yanında, kısa kadın yatakta daha iyi durur." Büyük dediysem öyle çok büyük bir düşünür filan değil. Bunu diyen bizim Tufan, hani Sena'ya Cannavaro lakabını takan zat.

Hanımefendilerin şimdi "yuh ne öküz magandaymışsın." demelerini duyar gibiyim. Alakası yok. Bazılarınızın kadın bir eşya mı yok yanında durur orda durur burda durur diyorsun filan dediğinizi duyar gibiyim. Keşke böyle cümleleri kadınlar da erkekler için kursa. Beterlerini kurduklarını biliyoruz tabi ama hep underground. Beni hiç bozmaz. Erkekler için böyle şeyler deseler aşağılanmış hissetmem. Ders çıkartırım, çıkartıyorum da.

Selen diye bir kızla olan ilişkimi anlatacağım. Kod adı, Akılçelen. Yaklaşık 7 - 8 sene evvel yaşadığım bir ilişki. Dört ay filan sürdü.

Akılçelen bir kadın tipidir. Bazı kadınlar vardır, hissettirmeden adamı bütün çevresinden koparıverir. Ne olduğunu anlamazsın, bir bakmışsın ki "la n'oluyo?". Kimseyle kötü olmaz, ama bir şekilde seni alıştığın sevdiğin hayattan uzaklaştırıverir. Bir bakmışsın onun salak bir arkadaşının nişanlanmadan önceki bilmemne yemeği senin hayatının en önemli aktivitesi haline gelmiş. Bir bakmışsın, onun şirketten arkadaşlarının yapmacık yelken organizasyonu varmış, pazar ona katılıyorsun. Bir bakmışsın, bu vakti kendime ayıracağım "skerim ulan" dediğin noktaya geldiğinde ateşi 39'a çıkıveriyor, veriyorsun sevgili şefkatini veriyorsun sevgili şefkatini. Bitmiyor ya, yeminle bitmiyor. Durup bir bakıyorsun, her gün gördüğün arkadaşlarını son 3 ayda 4 kere görmüşsün, düzenlenen PES turnuvalarına haklı olarak çağrılmıyorsun bile...

Organize işler bunlar. Kolay değil. Her kadın bunu kolay kolay yapamaz. Doğuştan gelmesi lazım.
Her kadın bunu yapmaya çalışır. Ama mesela ben hemen kavga ederim. Hiç gelemem. Ama akılçelenler öyle değildir. Asla senle kavga etmezler, kanını çekerler, ruhun duymaz.


Selen 1,77 boyundaydı. Bu demek oluyor ki topukluyu giydi mi 1,82-1,83 filan. Uzun boylu. Yanımda her gören. Nereden tanıştığımı, bu familyadan arkadaşı olup olmadığını filan soruyor. Saçlar kumral... Yüz, göğüs ve bel güzelliği öne çıkan başlıca özellikleri. Tarz olarak hep şık giyinen, yazın babet, kışın çizme giyen cinsten. Eller biraz kürek, ama bakımlı. Abiye giyindiğinde Petek Dinçöz küpesi takan ve saçları her daim arkaya doğru gergin olarak duran bir kız. Hani at kuyruğu yapıldığında sanki alnından gerer ya suratı, saçlarında geriye doğru o gerginlik hep var. At kuyruğu, modern topuzlar yapar. Saçlarının yüzünü ve ensesini boynunu kapatmasına kolay kolay izin vermez. Çünkü çok güzel bir yüzü ve çok zarif bir boynu var. (resim Hillary Duff, HD kalitesi diyorum ben ona, küpeler tam Petek Dinçöz küpesi değil ama böylesini de takardı Akılçelen)


Neyse, Akılçelen bana 4 ay boyunca tatlı tatlı hayatı zindan etti. Tüm sosyal hayatım onun eksenine girdi. Ki hayatımda bunun olmuşluğu ikiyi geçmez. Peki n'iye böyle oldu? Biraz kafa yordum üstüne

Sanırım sebebini buldum. Akılçelen kesinlikle ve kesinlikle evlenme delisi değil, en azından görünürde hiç öyle bir eğilimi yok. Bu bir kere erkeği temelde çok rahatlatıcı bir şey. "Ya kız gayet rahat işte, ne ki, ooooooh" psikolojisine hemen kapılıveriyorsun. Ve bu çok bağlayıcı. Güzel, akıllı, yalnızken filan gayet kafa, iyi vakit geçirebildiğin birisi.

Akılçelenler yatakta süper değillerdir. Hatta vasatın altı bile sayılabilirler. Bu durum, tecrübesiz erkeklerde, "aaa bak bu düzgün kız, haberi bile yok bu işlerden, canııım" etkisi yaratabiliyor. Ammmmman DİKKAT! Dikkat ki ne dikkat!

Boy uzadı mı, kadınların yatak olayı biraz zorlaşıyor. İstisnalar yok mu? Offf, ne istisnalar var hem de. Ama genel durum...

Nasıl ayrıldım?

Ortamın gerilerek kavga/tartışma çıkmasına hiç izin vermiyor. Alttan alıyor, sonra alttan aldığını çevirip adamın kıçına sokuveriyor. Ben de küt diye kesip attım o yüzden. Uzuuuunca bir mail yazdım. Hiç cevap vermedi bana. Aramadı da, defalarca aradım sonrasında, ulan yine kötü adam ben olmiyim diye. Yüzlerce kez belki, aradım da aradım. 3 4 gün sonra bir sms attı. "Bu kadar aradığıma göre aklım başıma gelmişmiş, son pişmanlık fayda etmezmiş. Bir kere kalbi kırılmış. Tamiri imkansızmış." Goooooool. 90+4'te attı. Yine mağlubum. Olsun. Galiptir bu yolda mağlup.

Akılçelen'den öğrendiklerim:

Bir hayli tecrübesiz bir dönemime geldi. Almam gereken çok ders vardı. Aldım.
1. Aman dikkat. İlişki yaşıyor olsan da her iki tarafın da sosyal hayatını (birbirinden bağımsız sosyal hayatlarını) kesinlikle muhafazea etmesi lazım.
2. Akılçelenler evlenme yanlısı gözükmezler, bilmiyorum belki doğru ve samimidir. Ancak bütün akılçelenlerin ortak özellikleri, evlendikten sonra çok kilo almalarıdır.
3. Arkadaşları boşlamamak lazım. Hiçkimse için. Duygusal bir yorum değil bu, tamamen akılcı bir yorum. Beraber olduğun kişi senin çevrenle vakit geçirmekten hoşlanıyor mu? Bu çok önemli.

14 Temmuz 2009 Salı

Müdire vs Bolonez devam...

Masada arkadaşım, kız arkadaşı ve ben oturmaya devam ediyorduk. Benim karşı masadaki muadilim ise bir önceki post'umda belirttiğim gibi bussiness kasa güzelce bir kadındı. belki benden 3 4 yaş büyük. Belli ki arkadaşlarına iş çıkışı katılmış, eve uğranmamış. Makyajı ve kıyafeti değil, ama saçları ele veriyor. Çok güzel değil, ama çok seksi. Dizüstü siyah etek, bronz baccaklar, topuklu siyahlar, üstünde de omuzları şöyle karpuz gibi hafif kabarık, kollarının ucu dantelli beyaz bir gömlek. Martini içiyor. Çok klas.

Biz kesişmeye başladık zaten. Böyle kadınlara aşırı bakmamak lazım, her kesişmenin bir tesadüf gibi olmasına dikkat etmeli. Yoksa ilgisi hemen kaçar. Biz müdireyle göz temasını sürdürürken, Kontes'in arkadaşı Bolonez geldi. (Bu arada böyle olunca, yani isimleri böyle lakaplarla söyleyince sanki uyduruyormuşum gibi oluyor, normalde böyle yapmıyorum biliyorsunuz, ama olay çok yakın bir zamanda gerçekleştiği için isim vermek istemiyorum.)
Nerde kalmıştım? Bolonez geldi, sarı bukleli saç, renkli göz, uzunluğu tam kararında düz kırmızı elbise, çok başarılı makyaj, inanılmaz eller. Şarap içiyor.

Bu gibi durumlarda, yani arkadaşlarınız çöpünüzü çatıyorsa değişmez bir kural vardır. Güya, kız benim onun için gelmediğimi sanar, ben de onun benim için geldiğini bilmem. Amma palavra, yıllardır sürer.

Bolonez'in gelişi, piyasamı acayip arttırdı. Müdire artık bana alenen bakmaya başladı. Kafaya koymuş, silecek Bolonez'i... Masada bunun farkında olan tek kişi Lafonten. Diğer kızların sırtı dönük Müdire'ye. İbne de habire sırıtıyo. Ben centilmenliği elden bırakmıyorum tabii, Bolonezle de temas halindeyim sürekli. Ama benimki, yani Djemba Djemba, yani cinsel organım, beynime sinyalleri "müdireeeee, müdireeee" diye yolluyor. Bir yol bulmam lazım. Kontes de ağzıma sıçar, cır cır cır cır aylarca konuşur. Yok efendim arkadaşını o duruma düşürmem doğru muymuş bilmemne, bana diyeceklerinin tamamını buraya yazsam, içiniz daralır. Tuvalette Lafonten'e dedim ki oğlum ben şu kızla bi konuşabilirsem (müdire) sonra milleti toplayıp gidebilir misin? Bakarız dedi.

Müdire'nin masasında yalnız kaldığı bir an, ben bizim masadan kalkıp ona hemen bir Martini Dry yolladım. Garson allahtan tanıdık. Sonra bizim masaya döndüm. Bu, masadaki diğer kızla işim yok, gözüm sende mesajı idi. Kadınlar böyle mücadelelerin uzamasına fazla gelemez. Çocuk oyununa çevirmeden işi bitirmek gerekir. Mücadele uzarsa, "Amaaan salak tipim değil zaten" oluverirsin.



Lafonten'e artık siktir git deme boyutuna getirmiştim ki, Kontes bi çakallıklar olduğunu çakozladı ve sinirlendi. Bir şekil, Lafonten'in de hakkını yememeyim, başarılı bir organizasyonla hepimiz oradan kalktık. Benim 5 dakika sonra geri döneceğimi yalnızca Lafonten biliyordu.

Döner dönmez masaya değil bara geçtim. İsterim ki barmenle muhabbet ettim filan diyeyim size, ama buradaki barmenlerin genellikle amerikadakiler gibi öyle kalender görmüş geçirmiş bir halleri yok. Hıyar gibi bi adamdı. Bi sigara yaktım. Hayatta içmem aslında. Ama yalnızken çok işe yarıyor, gerizekalı gibi bir sağa bir sola bakmaktan kurtarıyor insanı. Karizmatik sigara içme dersi aldım ama, ördek gibi içmiyorum, son derece cool'um. Az Nick Cave videosu izlemedim bunun için. Lazım oluyor.

Neyse sigarayı yaktım, dudaklarımı fazla açmadan, dudağımın her iki tarafını da teğet geçirerek üflüyorum sigarayı, dumanla havada "hadi artık müdireee" yazabilsem inanın öyle üfleyeceğim. Yanındaki erkek tipi kestim iyice, şöyle "ben masamdaki kadına yan baktırmam" diyen bir tip mi falan diye, alakası yok. Bu sefer onlar masadayken yolladım içkiyi, kırmızı bir şey olsun istedim. Yap dedim baremene en kırmızısından.. Valla ne yaptığını bilmiyorum, ama kadınların seveceği meyvesi bol kıpkırmızı bir şeydi. Ahududu koysaydın dedim, güldü barmen. Pezevenk. Artık bir şekil konuşacağız. Zaten saat geç olmaya başladı, mekan dans müziklerine döndü. İşte benim havalar. Zaten hem ben hem o alkollü. Bundan sonrası standart prosedür. Kızın konuşması filan gayet düzgün. Bir önceki post'taki yazmıştım. Böyle kadınlara bayılıyorum. Hiç tipi değilim. O çok üst düzey bir plaza müdürü peşinde. Seviyor o hayatı, ben sevmem.



Her kadın, kendisine bir şey ısmarlanmasından hoşlanıyor. Bunun parayla pulla, hasabı ödetmekle filan alakası yok, ya da bir salak içkinin parasını vermekle. Gerçekten o kadar basit değil. Bir şekil özel hissediyorlar. Bu konuda erkekler biraz fazla abartıyorlar.

Neyse, eve gidince meydana çıktı ki, müdire kendine gaayet iyi bakmış. Değişik pozisyonlar denemeyi seviyor, alkolden miydi bilmiyorum gerçi. Ortalama üzeri,7/10'luk bir performansa da sahip. Sabah kahvaltı da ettik. Öyle "ay yüzüne bakmadan gitmek istiyorum" tipinde saçma salak bir tribe de girmedi.

Sırada kontes'in gönlünü almak var. Bolonezi de tam olarak kafamdan silmiş değilim. Bir ilişki belki olabilir. Gerçi bana bakar mı artık bilmiyorum.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Bir one night hikayesi: Lafonten, Kontes, Müdire...

"Kadınların evlenmeleri nasıl bir zaferse, erkeklerin de one night'ları işte öyle bir zaferdir."
Bu lafı daha önce hiç kimse söyledi mi bilmiyorum. İlk ben söylüyorsam da literatüre benimle geçmesinden büyük bir onur duyarım.

Bu lafı bir övünç cümlesi olarak etmedim. Bana bu lafı ettirenler utansın. Çünkü ülkemiz kadınları, cinselliği ellerinde bir silah olarak tutmaya bayılıyorlar. Cinselliğe koydukları bariyer, bir ilişkide, flörtte onların en önemli kalelerinden biri. Bu bariyeri yıkanı ya da böyle bir bariyeri hiç olmayanı "kötü kız" olarak nitelendiriyorlar. (Büyük bir yüzdeden bahsediyorum. Herkes böyle değil tabii ki de)

Haksızlık etmek istemem, bu saçma nitelendirmenin asıl bayrak taşıyanı da erkekler. Hemcinslerim hiç kusura bakmasınlar, teşbihte hata olmazmış, bu durum ancak ve ancak Türk Deyimler Sözlüğü'ndeki
şu deyimle ifade edilebilir.


Neyse yine sadede gelemeden bi araba laf ettim. Gördüğünüz üzere haftasonu bir one night'ım oldu. Ben de bunun altını doldurabilmek için didiniyorum. Bunu yapabilen kadınlara bayılıyorum. Samimiyetime ne kadar inanırsınız bilmem. Ancak çok çok büyük saygı duyuyorum, bence çok güvenilir ve düzgün insanlar pek çoğu. Yani, ertesi gün benim onu aramayacağımı biliyor. Aynı şekilde ben de onun beni aramayacağını biliyorum. Çünkü benle işi olmaz, o kadar belli ki. Ben ölsem gebersem beni yine aramaz. Ben de o ölse geberse onu aramam. Birimiz Şam, diğerimiz Bağdat. Peki bu tensel çekime engel mi? Cevap veriyorum: Vazgeçtim vermiyorum. Beni az biraz tanıdığını var sayıyorum.

Cumartesi gecesi cadde üzerinde değil ama Bağdat Caddesi'ne yakın, ismi S. ile başlayan bir mekana gittik. 3 kişiydik, daha doğrusu 3 kişi başladık. Bir arkadaşım, kız arkadaşı ve ben. Çok kısa profillerini aktarayım. Çünkü ileriki anlatacaklarımda bu tiplerden bol bol bahsedeceğim. 3 kişiyiz demiştim. Lafonten, kız arkadaşı ve ben. Lafonten 15-20 yıllık bir arkadaşım. Ona niye Lafonten dediğimizi söylemeden edemeyeceğim, çünkü çok komik bir hikayesi var:

Bu zamanında pornoculardan böyle 10'lu filan film takımları alırdı. O zamanlar utanıyor da herhalde bakamadan bir anda alıp kaçıyor 10'lu seti. Porno satıcısı ne verirse o, tezgahta vakit harcayamıyor gerilimden. Neyse bir gün almış gelmiş yine 10'luyu. Aralarından bir tanesi hayvanlı çıktı. O günden beri biz buna Lafonten deriz. :)))) (O filmleri çekenler, bundan gelir elde edenler her türlü belalarını bulsunlar o ayrı, iğrenç ötesi aşşalık yaratıklar. Nefret ediyorum. Tiksiniyorum.) Ama bizimkine de Lafonten dememiz komik, ne yapayım. Neyse Lafonten komik adamdır, hür tür "piçlik" bundadır ama kız arkadaşının yanında accayip kuzudur. Mizacı öyle, kadınlara pek dayanamaz.

Lafonten'in kız arkadaşı, lakabı Kontes, cici bir kızdır. Biz takmadık bu adı, liseden arkadaşlarının söylemi... Bizle filan arası iyidir. Bize asla kıl gitmez. Severiz. Ama Lafonten'ciğime hep sert yapar. Çünkü Lafonten ancak öyle idare edilebilir bir tiptir. Kız işi biliyor yani. Kontes bizden 4 - 5 yaş küçüktür. Güzeldir.

Ben bu aralar available'ım, available olduğumda arkadaşlarımın kız arkadaşları alarm durumunda olurlarsa o kızları pek bir sever hanelerine artıyı hemen yazarım. Geceye Kontes'in bir arkadaşı gelecekti, sonradan lakabını Bolonez koyduğum o kız gelmeden önce, ben karşı masadaki 1 erkek 2 kızlı gruptaki yalnız kadına kafayı takmıştım bile... Ona da Müdire adını taktım (business kasa). Büyük bir şirkette iyi bir pozisyondaydı çünkü. Bolonez'in lakabı da niye bolonezdi? Çünkü daha masaya gelmeden, o restoranttaki favorisi olan Spagetti Bolonez sipariş edilmişti bile...




Bolonez mi? Müdire mi?
Neler yaşandı?
bir sonraki post'ta :)

Kapmaya başladım bu işi yavaş yavaş. Az sonralar, bi sonraki seriye saklamalar filan... Şov Haber gibiyim. Ama okuyucum yok işte sorun o. Bildiğim bir tane okuyucum var. Ona da sevgiler...

10 Temmuz 2009 Cuma

At kuyruklu Sinyorita

Bir baktım. En başta sadık kalacağım diye başladığım kronolojik sıradan kopmuşum. Hatta Cat ve Börekçi arasındaki önemli bir ilişkimi yazmamışım bile. Atlanacak ilişki değil aslında.

"Liseli"nin yıllar sonra da en önemli fantazi malzemesi, en yaygın fetişlerden biri olmasını çok iyi anlayabiliyorum. Çünkü böyle güzel bir şey olamaz. baklavalı çoraplar, 1 santim için kızların anneleriyle babalarıyla, müdür muavinleriyle kavga ettiği etekler, bembeyaz gömlekler, saçları kalemle toplamalar... Dehşet ya, dehşet.

Ara nağme:
Yanlış anlaşılmasın, şu an 25 yaş altına gerçekten de zerre kadar ilgim yok. 30 plus'a daha bile sıcak bakıyorum.


Neyse,
Lise yıllarında, libido bir erkek için gölge gibi bir şeydir. Her an onu takip eder. Düşünün, izlendiği günden 20 sene önce çekilmiş, hadi fiziksel - estetik güzelliği geçtim, rahibelerin filan havada uçuştuğu (sonuçta dini bir figür) alman filmlerini izleyip kendinden geçen bir nesilden bahsediyorum. O güzelim kızlara, güzel güzel eteklere, incecik bileklere, o genç kız işvelerine nasıl dayansın. Dayanamıyo zaten. Bir sürü erkek, ergen olduktan sonra bile ergenlik sivilcelerinden bi 4 5 sene kurtulamaz, ben ona bağlıyorum. Sistem bi yerden patlak veriyor .

Lafı uzatıp yine aslı unutan T.İ hemen anlatacağı kız arkadaşına geri döner.

Adı Esra'ydı, kod adı da: Sinyorita. Bizim okulun italyancayla uzaktan yakından ilgisi olmamasına rağmen, büyük bir italyanca öğrenme hevesi vardı. Lisede bir insanda böyle bir bilinç olması enteresan, insan şimdi bakınca helal olsun diyor. İtalya'ya gitmişti ve bir yaz orada bulaşmıştı bu hastalık ona. Öğrendi de ha. Çatır çatır konuşuyordu üniversite yıllarında (o sırada ayrıydık tabi) Hatta italyan bir kocası varmış şimdilerde. Ben tabi salak. Zannediyorum ki italya'ya gitti, "prontooore mrontoore dil hoşuna gitti, sevdi. alakası yokmuş :). Şaka tabi, mutluluklar diliyorum buradan Sinyorita'ya. Hala konuşuruz arada bir.

styletips101.com diye bir siteden alıntıdır.
Bazı kadınlar vardır ki, en temel saç şekli olan düz at kuruğu onlara inanılmaz yakışır.

Sinyorita bir baktı mı, dünyaları durdururdu. Hani bazı kızlara at kuyruğu saç inanılmaz yakışır ya, nike reklamlarında filan görürüz. İçimiz gider. Kimsenin adına konuşmayayım, içim gider, cız eder. Tam olarak öyle bir kızdı, hala da öyle. Bi %20 filan koymuş gerçi, olsun. O %20'nin de ayrı bir güzelliği yok değil.

Sinyorita'yla aramızdaki aşk aşağıdakilerden hangisine benziyordu?
a- Büyük bir aşktı
b- Şiddeti vasatın altında ortalama bir aşktı
c- Güzellik her şeyin önündeydi, kör olmuştum
d- hiçbiri
e- hepsi


Sinyorita'ya aşkımız format olarak bu yukardakinin tamamına benziyordu, çünkü biz üniversiteye hazırlanan Türk gençleriydik ve test çözmek hayatımızın anlamıydı. O yüzden bu aşkı bile anlatırken klavyem test sularına çekiyor beni. O yıllarda libido gölge gibi takipçi dedim ama çok da stresli bir dönem.

Ben hayatımın hiçbir döneminde bu işlerden uzak kalamadığım için test mest dinlemiyordum bir yandan, ama şartlar da ortadaydı. a mı be mi seçmek zorundaydım günde en az 300 kere. Tahmin edebileceğiniz gibi a :))

Öpüşmenin en zevkli olduğu yıllar, heer kuytuda, her fırsatta. Çok güzel yıllardı. Kafamda hiç çakallık yoktu. Niye ayrıldık, o başka şehre ben başka şehre gitmek durumunda kaldık. Ayrılmayacağız, biz böyle de götürebiliriz yeminleri ettik. Klasik sorudur zaten, "ilişki ve mesafeler". Uzaktan bir ilişki yürür mü? Cevap veriyorum: Nah. (yani benim için)

Sinyorita'dan öğrendiklerim:
Bir kere kafaya bir şeyi taktı mı yapan bir kızdı. Ayrıca bir kızdan ayrılmanın mantıklı gerekçelerle gerçekleşebileceğini öğrendim. Yani duygusal hezeyan, ayrılıkla beraber default gelen bir şey. Aslında hiç gerek yok. Çok önemli bir ders bence... Ayrılık, çoğu zaman mantıklı olabilir. Üzülünücek bir şey değil, sevinilicek bir şeydir de aynı zamanda. Karşı tarafla iyi de ayrılsan kötü de ayrılsan. Pek toparlayamadım, ama umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir.

Sinyorita'ya sevgilerimle...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

40'ı Çıkmadan Cılkı Çıkanlar...



Yani bir umutla başlayıp çok kısa sürede cılkı çıkan ilişkiler. Niye olduğunu çözemedim, ama bu en çok başıma gelen ilişki tipi.

Bana göre ciddi bir ilişkiye başlamadan önce ilk aşamada tik atılması gereken şeyler:,

- Tensel çekim var mı? Daha bi' Türkçesi: Güzel mi?
- Konuşması falsolu mu? (Ayol, her cümlenin sonuna "yaaaa", saçma sapan yanlış yunluş yabancı ve eski kelime kullanmaya çlışıyor mu...)
- Bakımlı mı? Bilhassa elleri...
- Kafa birisi mi?

Tabii ki bu listenin çok eksikleri var. Bir kadını ilk gördüğüm anda 3 saniye içerisinde kafamdan geçirdiğim checklist yemin ederim ki bunun dört beş katıdır. 10'uncu dakikadan sonra 20 katı filan. Belki de bu işler üzerine bu kadar kafa yorduğum için ilişkilerim genelde "40'ı çıkmadan cılkı çıkanlar" statüsünde oluyordur. Kim bilir? :)

sia-hq.com diye bir siteden alıntıdır.

Uzun süreli olabilir diye başladığım ilişkilerden en büyük fiyaskom Sena ile olandı. Kod adı: Cannavaro (Kannavaaro). Çok güzel bir kızdı. Canavar gibi kız bi daha düşün oğlum. demişti ünlü bir düşünürümüz. Ünlü düşünürümüz derken, bu ismi ben kızla ayrıldıktan sonra Tufan denen dallama arkadaşım takmıştı. Öyle de kaldı.

Güzel başladı. İlk bir iki hafta süperdi. Niye kadınların böyle bir takıntısı var bilmiyorum, hakikaten anlayamıyorum ama... İlişki uzadıkça ve taraflar için ilişki biraz daha alışkanlık haline gelmeye başlayında, ki 2 hafta gibi kısa bir süreden bahsediyorum, bazı kadınlar senin bütün çevrenden izole olmanı bekliyor. Sanırım benim en dayanamadığım kadın tipi bu.

4 tane kon kon kon çin çin çin konuşan çinliyle toplantın olur, gerim gerim gerilirsin. Zaten herifler bi acayip, her şey gecikmiş, anlaşamıyosun ne dedikleri belli değil. Sonra akşam yanına gidersin sanki 4 rusla grup yapmış oradan geliyormuşsun gibi davranır. Başka bir gün bir arkadaşını ararsın bi plan yaparsın. Ama ben perşembe için bilmemne düşünmüştüm der. Ulan manyak, söylesene o zaman. Ne bileyim ben aklından geçeni. Hala sinirleniyor olmam ilginç. Ama cidden klavyenin tuşlarına güm güm vuruyorum.



Bunları bir kadın okuyorsa bu Cannavaro tipi kadınla ilgili yazmış olduklarımı lütfen anlasın. "Hadi ordan lan aşşalık herif, ne sadakat, ne romantizm, ne aşka saygı, sen bunları hakediyorsun zaten" demesin. Sütten çıkmış ak kaşık değilim. Ancak bu ayrılıkların müsebbibi de ben değilim.

Zaten Cannavaro'dan ben ayrılmadım. O benden ayrıldı. Bu tip ilişkileri bitiren genelde ben oluyorum, ama ayrılan onlar. Öyle daha rahat ediyorlar. Bende de terk edilmeye dair herhangi ego olmadığı için alan memnun satan memnun oluyor. O terk etti, yapacak bir şey yok. Bana dayanamamış ve tekmeyi basmış oluyor. Bana uyar.

Sena, bu tip ilişkilerin bende ilkidir. Bu ilişkiler belli bir yaş üzerinde oluyor. 26'dan sonra filan. Kadınların evlenme zillerinin biraz daha telaşla çalmaya başladığı dönemlerde yani. (Eminim ki bana kızıyorlar, ama öyle, % 99). Cinsel olarak tatmin edici bir performans ortaya koyuyorlar.
Yatakta iyi olmak böyle kadınların doğasında var. Yalnız ilk cinsel birleşime giden yol çok çabuk bir süreç değil. Bir iki haftası oluyor. Normal herhalde, bence değil ama neyse.

Yazacak şey çok, zaman az.

Cannavaro'dan öğrendiklerim:
O benden öğrensin.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Parayla seks? İğrençlik mi yoksa apayrı bir zevk mi?

Cevap veriyorum: Apayrı bir zevk. İşin ahlaki boyutuna bakış açımı belki daha sonra sizlere anlatırım. Bir hayat kadını ile beraber olmak konusunda geçtim kadınları erkekler bile büyük bir bölünmüşlük içerisinde.

Bu işe karşı erkekler niye karşı olduklarını söylüyorlar?

1- Bir kısmı, "ooo, ben zaten istediğim gibi güzel kadınlarla istediğim an beraber olabiliyorum" modundalar. %99'u palavra bence.
2- Bir diğer kısmı, bunun sevdiğin kadınla yatmak kadar asla zevkli olamayacağını iddia ediyor.
3- Bir kısmı da yediremiyor kendine bunun çok aşşalık bir şey olduğunu düşünüyor. Romantik tayfa...

Peki ben?
25 yaşıma kadar nispeten bu konuya romantik bir bakış açım vardı. Ta ki 25 yaşımda çok büyük bir rastlantı eseri bir hayat kadını ile beraber olana kadar. Bir arkadaşımız için kurulmuş bir set up'ta (hiç sevmediğimiz bir kız arkadaşından ayrıldığı için bir kutlama tertip etmiştik) adam gecikince piyango bana vurmuştu. "E o zaman sen, hadi hadi hadiiii. Çok ötüyodun ben yapmam diye falan. Yallah yallah" diyip arkadaşlar odaya beni yollamıştı.
Acayip güzel bir seanstı. Sonıçta seksin ustası diye de bir şey var. Bunu kökten kestirip atmak profesyonelliği inkar etmiş olmak oluyor. İyi seks bir fonksiyon ise bu fonksiyon birçok parametreye bağlı. Seks yaptığın kişiye aşık olmak ise bu parametrelerden sadece biri. Bazı insanda bu parametrenin katsayısı büyük olabiliyor (bkz. yukarıdaki 2. ve 3. maddeler). Bu parametreler arasında güzellik var, o günkü mod var, mekan var, tecrübe var... var da var.

Ben anladım ki, her meslek erbabının olduğu gibi birçok fahişenin de bildikleri çok iyi detaylar var. Bu detaylardan benim fark edebildiklerimi ilerleyen günlerde anlatacağım.

Yani,
to be contintin.




5 Temmuz 2009 Pazar

Paramparça Aşklar ve Börekler...



Başlıktan da tahmin edebileceğiniz gibi bu sefer bahsedeceğim kız arkadaşımın için kullanacağım sembol: Börekçi. Börekçi kod adını "sıfır seksapel" başka takacak ad mı bulamadın diye yorumluyor olabilirsiniz. O halde büyük yanılgı içerisindesiniz.
Evet, börekçi diyince benim de aklıma ilk aşamada şöyle ucu yuvarlanmış satır gibi bir dev bıçakla tezgaha takkada takkada vuran kıllı, kalın kollu bir erkek geliyor. Ama bu yanılgının beyninizde çizmeye çalıştığı resme lütfen engel olunuz, ve okumaya devam ediniz.

Üniversiteyi anne babadan ayrı okudum ve imkanlarım çok şükür ki gayet iyiydi. Tek başıma oturduğum güzel bir evim, "her işimi görecek" bir arabam, hepsi vardı. ÖYS'deki başarım babam tarafından gayet güzel takdir edilmişti. Sayelerinde süper bir okul hayatı yaşadım. Ne kadar teşekkür etsem azdır.

Börekçinin adı Filiz'di. Pek güzel bir kızdı. Taksim kasaydı (Galiba bir sonraki post'umda şu kasaları size tanıtmam gerekiyor. Taksim kasa/Etiler kasa/Minyon Kasa) Neyse, Filiz üniversite yıllarındaki ilk kız arkadaşımdı. Güzellik derecelendirmesi olarak 7,5/10 civarı. Erkekler ne demek istediğimi çok iyi anlıyorlar eminim. (Bir sonraki postta hanım okuyucular için "kasa" tanımlarını açarken bu numaralandırmanın kriterlerini de anlatacağım, ya Rabbim ne kadar çok parantez açıyorum ben)
Evet, 7,5/10, feci anlayışlı neredeyse hiçbir falsosu da olmayan bir kız arkadaş. Hayatımın en huzurlu ilişkisi, 1,5 seneye yakın sürdü. Yatakta da en az 9/10'du. Bu konuda objektif bir yorum yapamıyor olabilirim, onunla tekrar bi yatma fırsatım olsa çok daha net bir notlama yapabilirdim. Ama aksi ispat edilmedikçe Börekçi benim için 9'dur. Ondan önceki 4 kız arkadaşımda görmediğim birçok şeyi onda gördüm:
İlk karşılıklı oral seks deneyimi, ilk uzun süreli ilişki, ilk gerçek ayrılık, ilk pişmanlık, daha neler neler... İlişkiyi sonlandıran taraf ben oldum. Çok da seviyordum. Ancak cinsel açlığım, tek kadınla beraber olduğumda dünyadaki bütün trenleri kaçırıyormuşum hissi o kadar güçlüydü ki, şimdi de öyledir ya neyse, ondan ayrılmak zorundaydım. Ayrıldık.

Büyük yaygaralar kopmadı. Çok üzüldük.

Hayatıma çok fazla kadın girdi. Arkadaşlarımın hayatına da, arkadaşlarımın hikayelerini de paylaşacağım ilerleyen zamanlarda... Arkadaşlarımın hayatına da dedim, çünkü erkekler arasında böyle konularda tecrübe paylaşımı kadınlara göre çok daha samimidir. Biz, birbirimizin ilişkilerinden çok şey öğreniriz. Gözlemim, kadınlar hiç böyle değil. Çünkü bir şekilde kendilerine dahi samimi olamadıkları için doğru analiz edilmeleri mümkün değil.

Misal, ben başka bir kadın için sevgilimden ayrılıyorsam, arkadaşlarımla bunu rahatlıkla paylaşabilirim. Arkadaşlarım "Lan ne şerefsiz adamsın, çok haksızlık ediyorsun kıza" da diyebilirler, "Oooh koy g.tüne iyi ettin" de. Ama kadınlar değil birbirlerine, kendilerine dahi pek böyle şeyleri söyleyemezler. Onlar arkadaşlarına başka bi heriften hoşlanıyorum, bundan ayrılacağım yerine: "T. ile ilgili kafam çok karışık. Ne yapsam bilmiyorum filan derler."

Börekçi bu konularda biraz istisnaydı.

Börekçi adı nereden geliyor? Börekçi adı için niye önyargılı olmayın dedim?

Filiz gerçekten inanılmaz bir aşçıydı. Ben hayatımda bu kadar güzel yemek yapan, yemek yaparken kendinden geçen bir kadın görmedim. Issız'ın kadın şubesi. Yok yok. Benim evde bir börek yapardı, ertesi 3 gün bütün arkadaşlarım sinek gibi eve üşüşürdü. Bu adı da onlar taktılar zaten kıza.
Bu hayatta, nerde en iyi yaptığı yemek "tiramisu, çizkek mizkek" olan kadın var, hemen kaçın. Buradan tüm hemcinslerimi onlardan koşarak uzaklaşmaya ediyorum. Hiç yemek yapamam diyen bir kadın için hiç böyle düşünmüyorum. Ama Yemek yapmakla hiç aram yoktur fakat çizkekim mükemmeldir diyen kadınlardan hoşlanmıyorum. İyi pilav yapsın, fasulye yapsın, tiramisu zaten ardından gelir. Ama daha çay demlemeden tiramisuya girişmiş birisiyse ve bununla kasım kasım oluyorsa eyvahlık bir durum vardır. Bu, karakter olarak gösterişi seven, ama ilime bilime değer vermeyen insan tipidir. Hiç sevmem. Börekçi, her şeyi inanılmaz pişirirdi.

Bu yüzden börekçi kod adı değerlidir, seksidir, hor görülmemelidir.

Börekçi'den öğrendiklerim:
Her kadın aynı değildir. Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer, ama biraz daha aşağıdan da bi transit yol var. Dümdüz bir yol. Bazen o çok belirleyici olabiliyor.

Eda ve Veda...

Simge'de çok çocuktum. Sevdiğin kız denince akla bisiklete binmek geliyorsa siz düşünün, o kadar çocuktum.

Ben her ilişkimi bir nesne, ses, belki o kızın en çok kullandığı kelime ya da da soyut bir sembolle aklımda tutuyorum. Mesela, ilk aşkım Simge benim için bisiklet zilidir. Ne zaman duysam (ki artık eskisi kadar bisiklet zili duymak imkansız) o gelir aklıma.

Arkadaşlarım da bu huyumu bilirler ve eski kız arkadaşlarımdan bahsederken hep bisiklet zili n'apıyo? N'oldu kelepçeyle? Geronimo ne zaman geliyor? (bir tanesi bütün erkeklere geronimo derdi, çok komik, kafa bir kızdı. biraz tanıdığı herkese "n'aber geronimo?" diye girerdi lafa :)

Neyse şimdi size kendisinden bahsedeceğim kızın adı Eda, ki bundan sonra kendisinden "Cat" olarak bahsedeceğim. Cat diyince hemen sizde Catwoman'ın seksi çağrışımlarının olabileceğini tahmin ediyorum. Hiç heveslenmeyin, her zaman ayağında olan bağcıkları gevşek Caterpillar botları yüzünden ona Cat diyorum. Babası bir havayolu firmasında çalışıyordu ve Cat'in yurtdışından gelen ve okulda ondan başka kimsede olmayan eşyaları meşhurdu. Cat'lari de Türkiye'de moda olmadan baya bi' önce giyiyordu.

Resim gittigidiyor.com'dan alıntıdır.

Güzel bir kızdı Cat, kumral, seksi minyon kasa, bayağı baştan çıkarıcı bir tipti. Büyük bir başarıydı benim için onunla çıkmak. Çünkü bilindiği gibi o dönemler senden yaşı büyük çakal erkeklerin senin ağzının orta yerine sıçtığı dönemlerdir. Ben yaş handikapıma rağmen Cat'i tavlamayı başarmıştım. Biraz tartaklandım ama olsun. Hakan diye bir tip vardı, okulda korkutmuştu beni filan. Cat'le tabii ki çok uzun sürmedi. bir kaç ay filan sanırım. Ama benim açımdan dolu doluydu. En çok şey öğrendiğim ilişkilerimden biri oldu. Ona kopya vereyim derken yakalanıp velilerimin okula çağrılmasından, bırak o kızı diye eve tehdit telefonları almaya, kızı sürekli eğlemeye çalışan denyo erkek pozisyonundan teddy bear'dan bile medet uman bir salak aşığa dönüşmeye kadar pek çok acayip şeyi Cat ile yaşadım. Allahtan o yaşlarda yaşamışım diyorum. O ayıdan hala medet uman koca koca adamlar var. Ne acayip.

Cat, bana ilk öpücük, ilk ayrılık acısı, ilk (ve son) teddy, diğer erkeklerlere karşı dikkatli olmalısın derslerini veren kişi oldu.

Öyle acayip bir sebeple ayrılmıştı ki benden ne yapacağımı bilememiştim. Ama arkadaşlarım (erkek olanlar) artık önceki gibi değildi. Bisiklet ziliyle olan ilişkimde bana sırtını çeviren arkadaşlarım şimdi ölümüne yanımdaydı. Artık kadınlara karşı yalnız değildim. Cat beni bizden iki sınıf büyük, Demir diye bir çocuk için salladı. Şimdi salladı diyorum ama o zaman kahrolmuştum. Gerekçesi derslerinin kötülüğü ve bu işlere kafasından çıkarmak istediği gibi saçma sapan bir şeydi, ben onla saatlerce ders çalışırdım istese...
Zaten iki hafta sonra o Demirle çıkmaya başladı, ben yine inanılmaz triplere filan girip bunu karşıma alıp oturttuğumda (ne salak adamım di mi?) Demir'in ona ders bile çalıştırdığını sınıfında ilk üçte olduğunu filan söylemişti. Kadınlar çok garip.

Cat'tan öğrendiklerim: Bir erkeğin kendi erkek arkadaş grubu inanılmaz önemli bir şey. Onlarla arkadaş olduğun gibi kimseyle olamıyorsun. olmamalısın da zaten bence. O tat, karşı cinsle herhangi bir şeilde yakalanabilecek bir şey değil. Cat bana degajı vurduğunda yanımdaki arkadaşlarım bu hayatta hala en süper vakit geçirdiğim insanlar diyebilirim. Bunun dışında Cat bana inanılmaz acı çektirerek, sonrasında bu kadar üzüldüğüme değer miydi diye bakmayı öğretti (ne demek istediğimi anlatabildim mi bilmiyorum.) İlk olduğu için öğrettiği klişeleri saymayacağım bile: İlk öpücük, ilk sinema arka koltuğu (bişey yaptımdan da değil ha, ama gişedeki kadına o en arkadan olsun cümlesinin ilk kuruluşu), ilk tekme, ilk tedy (hayııır)...

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Pipi asla sadece pipi değildir.

Biraz sert bir başlangıç mı bilemiyorum. Umarım kafadan herkesi kaçırmam.
Bir önceki post'umda da belirttiğim gibi, anlatmaya ilk ilişkilerimden başlayacağım. O yüzden başlık böyle. Kabul ediyorum. Başlık biraz arak. Simon Kuper'in "Futbol asla sadece futbol değildir"ini biraz anımsatıyor. Çok güzel bir kitaptır, okumamışlara şiddetle tavsiye ederim.

Kadınları daha doğrusu o zamanın şartları içinde düşününce kızları ilk tanımaya başladığım seneler.
- Kaşık desene
- Kaşık.
- Kızlara aşık! hohohoho.

Yaşıtlarımdan bir sene önce filan kadınlara ilgi duymaya başladım. Çok hızlı bir değişimdi. Oysa ki çok kısa bir zaman önce onlarıarın en azılı düşmanıydım. Hızlı koşamadıkları için hunharca dalga geçmede, toptan korktukları için üzerlerine var gücümle topu vurmakta, ip atlamalarıyla filan dalga geçmekte mahallede benden yeteneklisi yoktu. Çocuklar dünyanın en zararsız varlıklarıdır. Ama birbirlerine karşı da çok acımasızlardır. Benim değişimim de erkek çevremde hunharca dışlanmama sebep olmuştu. Tüm bu dışlanmamın, kaleye mum dikememelerimin sebebinin adı Simge'ydi. Kader bu ya Simge ismi hayatımda kadınlarla olan her keskin virajda karşıma çıktı. O hikayeleri bilahare anlatacağım.

Simge çok tatlı bir kızdı, annesi acayip özenirdi onu giydirirken filan. Bakımlı kadınlara düşkün olacağım o zamandan belliymiş. Sapsarı saçları vardı, kahküllü. İlkokulun son yıllarıydı dördüncu sınıfı beşinci sınıfa bağlayan yaz tatili civarı. Ben deli oluyodum Simge'ye ama tabii kendim de işin adını tam koyamadığım için mavi ekran veriyo sürekli beyin. Simgeninse benle hiç alakası yoktu. Alakası vardı da benim ona baktığım gözle kesin olarak bakmıyordu bana.
Ben hatırlamıyorum, bunu annem anlatır. Bir gün ona gitmişim ve "Anne ben bu simgeyi görünce bir fena oluyorum" demişim :).

Ben arkadaşlarım tarafından dışlandığım için vakit geçmiyor, simge kafada büyüyordu. Ben Simge'nin bisikletini ikinci kattan indirmeye yardım etmeye gidiyordum. Onunla arka bahçeye kadar beraber bisiklete biniyordum o sonra arka bahçede arkadaşlarının yanına gidiyordu. Yani beni tamamen ignore etmiyor, ama pas da vermiyordu. Zaten aramızda ne olacak çocukluk bile ötesi bir şey. Ancak o bana göre o kadar daha iyi ayarlıyordu ki işlerini inanılmaz bir şey. Çok çok daha iyi yönetiyor bu durumu, doğanın ona bahşettiği bir özellik. Arkadaşlarıyla %95 vakit geçiriyor, benle %5... ve arası herkesle iyi. Bense %5 için hayatımdaki her şeyden oldum. Artık beni forvette oynatmıyorlar mesela, kaleye geç diyorlar. Iyk. Arkadaşlarımın yanına gidiyorum yine ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, belli.

Simge'den öğrendiklerim: 1-0 önde başlayan taraf kadınlardır (en azından belli bir yaşa kadar). Hayatlarını değmeyecek ilişkiler için karmakarışık etmeyecek kadar akıllılar. Bunun değerlendirmesini bizden çok daha iyi yapabiliyorlar. Ve bunu doğallıkla başarıyorlar. Bizse gözümüz kararınca daha büyük saçmalayabiliyoruz. Çünkü, o yaşlardan itibaren pipi asla sadece pipi olmuyor, olamıyor.

Başlıyorum...

Eğer bir gün bu yazdığım cümleleri birileri okursa ne mutlu bana.
Çok kısa bir şekilde kendimden bahsedeyim. Bir mühendislik şirketi sahibiyim. Firmamın yurt dışından getirdiği bir malzeme ile bir anda normal mühendisten "başarılı mühendise" dönüvermiş bir insanım. Türkiye'nin iyi okullarından birini bitirdim, iyi kazanıyorum falan filan...

Konu bu değil.

Bu blogda yazacağım şeyler kadınları bazen kızdırabilir, gerçi erkekleri de kızdırabilir belki ama erkekler bu gibi konuları kadınlar gibi kişiselleştirmiyorlar. Kadınların bu konulardaki savunmaları erkeklere göre çok daha takım halinde bir savunma. Daha organizeler. Sanki 30 milyon kadın kafa kafaya vermiş ve bir ortak ağız belirlemişler gibi. Aslında kimin kızıp kızmadığı önemli değil. Ben bunları kimse kızsın diye yazmıyorum.

Çok yüzeysel bir örnek olacak ama bir kadın beni terk ettiğinde arkadaşlarımdan, ya sana "karı" mı yok boşver derlerken. Ben bir kadını terk ettiğimde onun arkadaşları, "şerefsiz herif" ona iyi bir ders vermeli diyorlar. (Bu arada çok okkalı aldığım dersler de oldu. İleriki post'larımda onları da anlatırım)

İlk yazıdan fazla uzatıp can sıkmak istemem. Ama kafamda nasıl bir blog planladığımı yazayım hemen.
İlişkilere dair yaşadıklarımı çıkardığım dersleri eskiden başlayarak tarih sırasına göre anlatacağım.
Fakat çocukluktan başlayan hikayeleri takip etmek sıkıcı olabilir. Bunun için aralara en yeni ilişkilerimden çıkardığım postlar sıkıştıracağım.
Bir yandan kronolojik sırayla anlatırken öte yandan araya tekila shot'lar serpiştireceğim ki zevki çıksın.

Sevgiler.
 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket