30 Ocak 2010 Cumartesi

İncili ve Johan Cruyff

Johan Cruyff, çok büyük adamdır. Tanımayan bilmeyenler için, eski bir futbolcu, tartışmasız olarak gelmiş geçmiş en iyilerden. Futbolculğu sonrası da futbolun teorisine dalmış ve bu alanda da dünyanın en büyüklerinden biri olmayı başarmış birisi.

N'iye şimdi durup dururken ona değindim? Çünkü bence hayatın her alanına adapte edebileceğimiz çok çok önemli bir lafı var. Bir ropörtajında der ki:

- Gazeteci: Sizce en güzel gol hangisidir?
- J. Cruyff: En güzel gol, boş kaleye atılan goldür.

Johan Cruyff

Güzel gol demenin, güzel bir son vuruş demek olmadığını söylüyor. Boş kaleye atılan gol, aslında öyle bir kombine çalışmanın ürünüdür ki, son dokunuş en kolayıdır. Ve o hazzı yaşamak içinse emek gerekir. Oysa herkes son dokunuşlara bakar.


Kadın-erkek İlişkilerinde de durumun böyle olduğunu düşünüyorum. Erkekleri de ikiye ayırıyorum. Bunu çözebilmiş erkekler ve bunu çözememiş erkekler. Bir cümleyle özetleyiver derseniz. Erkekler kadınlarla ilişkilerinde genellikle röveşata golü atmak ve bunu anlatmak istiyorlar. En güzel kadınla en kısa sürede en süper ilişkiyi yaşamak istiyorlar. Faydanı maksimize etmeye çalışmak, başka hiçbir dış etmen koymadığında doğru gözükebilir. Ancak elbette ki kazın ayağı öyle değil.


Örneğin bir erkek 2 türlü one night ilişki yaşayabilir. Ben one night dedim ama her tür ilişkide böyle. One night ilişki en temel, aslında basic demek istiyorum ama nasıl ifade edeyim bilemedim, tamam neyse, en basic ilişki olduğundan örneği onun üzerinden vereceğim.
Erkek bir one night ilişkide ya röveşata atar, ya da boş kaleye... One night'ta bunun arası olmaz.

1- Fikren işi çözmemişsen, röveşata golü aramaya mahkumsundur. Çünkü başka şansın yoktur. Zemin iyi olacak, o gün gününde olacaksın, rakibin aklı bi sonraki maçta olacak, orta inanılmaz gelecek, senin de ayağına çok iyi oturacak. Vurduğun top da iyi yere gidecek. Olmaz mı? olur. İzleyin ama kaç maçta bir olur.
2- Oysa bir erkek, ortamını çok iyi hazırlarsa, kendi oyununa konsantre olup işin rakibe değil kendine bağlı olduğunu çözerse, topu kaptırdığında da nasıl pozisyon alacağını bilirse, çirkefe yatmadan fair play'e inanırsa, oyunu zorlamak, daraltmak yerine açarsa, yönünü değiştirirse, elinden geleni yapsa da her maçı kazanamayabileceğini bilirse, yardımlaşalarını iyi yaparsa, kalenin önüne geldiğinde de ona sadece topa dokunmak kalır. Kaleye sırtı dönük, kaleyi görmeden, ayağını başının yüksekliğine kaldırıp fizik kurallarını zorlayan bir vuruş yapmasına gerek olmaz.

Önemli not:
Yukarıda bahsettiğim maddelerde birinciyi yapan ikinciyi yapamaz ama ikinciyi yapan birinciyi de yapar başka inci'yi de. Tesadüf o ki bahsedeceğim hikayenin başkahramanının kod adı İnci, daha doğrusu incili. Bir one night değil. Sanki öyle bir şey anlatacakmışım gibi getirdim konuyu ama değil. Anlatacağım bu dediklerimin ışığında ama. Taze bir ilişki.


Kod adı İncili, çünkü, çok seviyordu inci takmayı. Ben de severim zaten ince boyun ve bilekteki zarif incileri. Güzel bir takıdır. İnci takan kadınlar genellikle zevkli olurlar. Aksine çok nadir rastladım. Ailesi Balıkesir'de yaşıyor. O ise üniversiteden itibaren İstanbul'lu bir kadın artık. Bunu özellikle belirttim, bu dönüşümü yaşamayı başaramayan ya da yaşamak istemeyen tiplerden değil, onu belirtmek için. 25 yaşında, 1,65-1,70 arası bir boyda, kumral, 7,6. Özel bir üniversite'de burslu okumuş. Burslu okumuş deyince de insanın aklında hep "aaa büyük mücadelelerle okumuş kızcağız, o zenginlerin arasında kimi zaman ayakkabısının altı delik, çıkınında bir somun ekmekleee..." filan gibi şeyler canlanıyor, hiç alakası yok. Puanı orayı tutmuş, burslu okumuş ama bir yandan rahat da bir kız. Bilmem demek istediğim profili tam anlatabildim mi? Pantolon giymeyi sevmeyen kadınlardan (bir parantezle belirtmeliyim ki çok severim bu kadın tipini). İlle de pantolonumsu giymesi gerekirse kısacık bir elbisenin altına tayt giyen model. Kokusuna, el-ayak bakımına düşkün. Bir kadının kendini kokusuyla hatırlatabilmesini çok seksi buluyorum. Bu yüzden kadınlar kendilerine en uygun kokuyu çok araştırmalılar bence, bulduktan sonra da vazgeçmemeliler.

Gibigibi

Neyse, İncili ile denk gelişim, inanmazsınız ama o ortağımın vasıtası ile (bknz.) oldu. Arkasından çok konuşuyorum ama severim de... Bunun bir arkadaşı bizim şirkete gelmişti. İncili de o gelen arkadaşının kuzeniymiş, arkadaı gelirken onunla beraberdi. Ben bi' gördüm zaten, .bne ortakla hemen göz göze geldim. Biliyo' göz koyacağımı p.şt :). Hemen beni kesiyo. Kızla kesişeceğime bu y.vşkla kesişiyorum. Kıl kıl bakmasın bana diye. Tabii zaten eften püften olan muhabbete derhal katılım gösterdim. Çocukluk anılarını filan anlatıyolar, zannedersiniz ben de bunların amcaoğullarıyım. Öylesine yaşıyorum o hikayeleri. Benim tutuk ortağın geçtim zengin baharatı, tuzu biberi olmayan hikayelerini dinliyorum. Muhabbet öyle bir hal aldı ki bir noktadan sonra, ikisi konuşuyorlar, İncili ve ben de ani ve saçmasapan bir yorum patlatıp kopuyoruz. Ortağın önünde de tam performans koyamıyorum. Babasının önünde sigara içemez ya bazıları, galiba bu hissettiğim onun gibi bir duygu. Tam bilemiyorum ama o da böyle bir şey olsa gerek. Kadınlarla olan tüm hamlelerime gıcık olduğu için, onun önünde yapmak tedirgin edici. Neyse...

Onlar öğle yemeğine çıkarken, tahmin edin İncili ne dedi. "Ben gelmiyorum, burada kalayım biraz, İnternet'te işim var." Buyur burdan yak. Ben ne yapayım şimdi? Bundan da işaret almayayım da ne yapayım. "Sanki yıl 1991, bilgisayar Türkiye'ye yeni gelmiş, sırf bazı şirketlerde var. Eşin dostun çocuğu şirkete gelmiş de, hani olur ya, babası gitse bile gitmek istemiyo, bilgisayarda pacman mi he-man mi ne allahın cezasını oynuyosa gitmek istemiyor." resmen onun gibi bir durum. İnternet'te işi varmış. "Eee, çıkart telefonunu hallet, nerde ne zaman istersen" demedim tabi, "Oooo bizim bağlantı hızı var ya NASA'da yok." filan gibi bir şeyler dedim.

Sonra standart prosedürler girdi devreye. "Numaranı söyle, bundan böyle, saatini bana kur, sakın ha gecikme." Parola mıydı lan yoksa, nasıldı o şarkı.

2 akşam sonra onun arkadaşlarının olduğu bir ortamda yanına gittim, gece. Nasıl güzeldi anlatamam. Düzgün ve uzun bacaklı, kırmızı elbiseli, topuklu ayakkabılı... Eğlendik, coştuk. Ben seni bırakırım moduna girdim. Girmez olaydım dedim sonra da neyse, lavuk bir arkadaşı bana hop ağır ol koçum (tabii ki bu şekilde demedi de) filan yaptı. Ben de böyle durumlarda hemcinslerimle hiç dalaşmam. Zaten hepsi çok da alkollüydü, İncili de dahil. O zaman sen bırak, bırakınca da haber ver bana merak ederim ben dedim. (Bu poz için edilmiş bir cümle değil, gerçekten. Merak ederdim. Sanki ben yokken 26 yıldır napıyomuş diyeceksiniz, ama öyle değil, samimiyetle merak ettiğimi söyleyebilirim) Hiç düşünmeden ettiğim o cümle adamı aslında acayip ezdi. Çünkü bir anda kendimi öyle konumladım ki, sen bana hesap verirsin filan gibi. Komik. Halbuki ne alaka ama öye oldu. İncili'nin acayip hoşuna gitti. Kadınların böyle şeylerdeki hissiyatlarının çok sağlıklı olduğunu üşünüyorum. Kollanmak ve sahiplenilmekten hoşlandıkları açık, ama bunun samimisini ayırdedebiliyorlar. Ben de samimiydim. Tabii ki İncili ile beraber çıktım, onu evine bıraktım, kapıdan içeri girene kadar da eşlik ettim. Biraz da ayılmıştı. İçeri davet etti, ancak nezaket davetiydi.
Teşekkür ederek uzadım. 3 gün geçti. Bugün cumartesi, sms attı, aradım hemen. Birazdan onunla buluşmak üzere evden çıkacağım. Planımı yaptım. detaylarını sizinle daha sonra paylaşırım.


14 Ocak 2010 Perşembe

Lafonten de yazsın mı?

Tehlikeli İlişkileri severim. Bu bolg'u yazmaya başladığımdan beri giderek daha da çok seviyorum. Gerçi, hanım okuyucular biraz kıl oluyorlar bana zaman zaman ama yapacak hiçbir şey yok.

İster inanın ister inanmayın, ama şu ana kadar gerçekten %100 anonim kalmayı da başardım. Bu blogun sahibini dünayda benden başka bilen yok. Birisine okutmam anonimiteye zarar verir, orası açık.

Sol tarafa mini bir anket koydum. Lafonten'le ilgili. Dediğim gibi, kendisi şu an bu blog'un varlığından haberdar değil. Okutursam ne der hiçbir fikrim de yok. Okutmak ister miyim onu da düşünüyorum ya, neyse... Siz ne düşünürsünüz?

Şimdiden teşekkürler

T.İ.


SONUÇ:

Bu durumdan çıkarttığım sonuç. Yazmasın. Çünkü, olayı bilenlerin neredeyse yarısı istemiyor. Kural budur, taraftarın yarısının istemediği transfer yapılmaz. Ben de düşündükçe bu fikre daha sıcak durduğumu fark ettim zaten. Katılan herkese çok teşekkür ederim.
T.İ

6 Ocak 2010 Çarşamba

Erkeklik Evreleri ve Some Girls are...

The Smiths diye bir grup vardır. İngiliz. İngiliz gruplarını genelde sevmişimdir zaten. Bilmeyenler için çok kısa bir özet geçeyim. Fazla da uzatmadan. Çok kral gruptur The Smiths. Bu adamlar, Suede, Oasis, The Verve, Radiohead hepsinin yolunu açan adamlardır. Neyse dkısa kesiyorum.

Yeni yılın açılışını neden The Smiths'le yaptım?

Çünkü bu adamların bir şarkısı üzerine kuracağım yazımı. 1986 yılında çıkardıkları bir albüm, albümün adı: The Queen is Dead. Yani Türkçe'si, Kraliçe nalları dikti (Kraliçe öldü diye çevirenler de yok değil). Bu The Queen is Dead albümünün onuncu ve sonuncu şarkısı ise "Some girls are bigger than others.", yani "Bazı kadınlar, diğerlerinden daha büyüktür." (Kızlar diye çevirenler de var, öyle değil.). Bazı kadınlar diğerlerinden daha büyüktür.

Şimdi, ben bazı kadınlar diğerlerinden daha büyüktür dediğimde, bu blogu takip edenler, benim kabarık sabıka kaydımdan ötürü otomatik olarak diyeceklerdir ki, "Tonaj olarak mı?", "Kilo bazında mı?". "Ne kadar büyük?", "Kadın var 48 kilo, kadın var 100 kilo." Yine neden bahsediyorsun?

İnanın çok fesatsınız, şu tertemiz kalbim, karbeyaz zihnim için düşündüklerinize bakın. Neyse. Fesatla fesat olma oğlum T.İ, devam et sen full ciddiyetinle...


Bana göre, bir erkek kadınlarla ilişkisinde şu evrelerden geçer:


O dönemlerin kısaca üstünden geçiyorum (O dönemler mi bizim üstümüzden geçti, şimdi biz mi üstlerinden geçiyoruz o da apayrı bir konu)

Körpelik evresi:
Kadın yok. Hatta kızlardan nefret ediyorsun. Arkadaşlarınla her gün ayrı bir "çete" kurup kızları korkutmak olsun, oyunlarını bozmak olsun, bunlardan büyük zevk alınan zamanlar.

Pre-Ergenlik evresi:
"Lan ben bunları sevmiyorum, tamam. Oyunlarını moyunlarını bozuyorum, o da tamam. Ama, şu Tuğçe'yi de Allah özene bezene yaratmış valla. Maşşallah." dediğimiz acayip evre.

Ergenlik Rezillik Evresi:
"Kızlaaar. Hadi gelin ağzıma s.çın. Hadi bak bekliyorum. Aaaa, lütfen." dediğimiz evre.

Ergen misin derdin var.

Ara-ergenlik evresi:
Kızlarla hafif iletişim kurabilmeye başladın, öyle olunca tabii hemen g.tün de kalktı. Tam anlayamıyosun, aslında ama hala ergenliktesin. Sen, değilmiş gibi hissediyosun. Yediğin tokatlarla, olayı çözüyorsun, daha yolum çok diye anlıyorsun.

After-ergenlik evresi:
Kadınlarla ilişkinde o eski ezikliğin yok. Yaşasın tecrübe. Yine de kadınlar seni isterlerse kolayca parmağında oynatır. Oynatır işte. İnsaflarına kalmış durumdayız.

Ergenlikten çıkış - eziklik evresi:
Körü körüne bağlanıp, g.t oluşlarımdan tecrübe çıkarttığımız ve "Lan var yaaaa, hepiniz aynısınız. Punduna getirirsem hepinizi ...cem." dediğimiz, o yılların acısını kadınlara aşk, sevgi ve büyük nefret 3'ü birarada karışımı ile çıkartmak istediğimiz evre. Böyle büyük ideallerle yola çıkılıp, yine kadınların istedikleri gibi at koşturduklarına şahit olduğumuz bir evredir. Eziklik diye buna derim.

"Adam oldum lan" evresi:
Artık kadınlar nasıl ikna edilir öğrendin. O sert üçü bir arada karışımının etkileri de yok değil. Tepkiler biraz haşin. Kadınlar etti, kadınlar bulacak. Ne ekersen onu biçersin bu dünyada denilen evredir. Erkeklerin, "uzun süreli ilişki istemiyorum, gönlümü eğlendireceğim." diye, kek gibi ağızlarıyla ayan beyan açık ettikleri evre. İstisnalar dışında kadınlar adamla top diye oynar. Büyük bir erkek kesimi, bu evrede eleğin üzerinde kalır ve evlenirler.

Yola devam edenler:

Hamdım oldum Evresi:
İlişkisel akıl dediğimiz şey [Kimsenin öyle bir şey dediği yok, varsa da ben okumadım hiçbir yerde. Bu ne IQ'dur, ne de EQ. Bu RQ'dur. Relationship Quotient, İlişki Zeka katsayısı diyeyim özetle ben].. Bu evreye kadar, İlişki zeka katsayısı kadında erkeğe göre çok üstündür. Pardon yanlış söyledim, çok çok üstündür. Burda biraz biraz dengelenmeye başlar. Eskiden yaptıklarındaki hataları bulursun. Daha doğru yaklaşmaya çalışırsın karşı cinse. Tavizin aslında ne sana ne ona yarar bir şey olmadığını görürsün. İlişkinin selameti açısından özgürlükleri yeniden tanımlarsın falan filan. Baya çğretici bir evredir.

Semi-Pro Evre:
Bir kadını etkilemenin yolunun, onu etkileyecek bir şeyler yapmaktan geçmediğinin anlaşıldığı evredir. Etkileyici olmak istiyorsan, kendine yatırım yapmalısın. Kendin ne kadar her konuda gelişmiş olursan o kadar şansın vardır. Çok sevmekle, bir kadını etkilemek arasında korelasyon olmadığının anlaşıldığı evredir. Bu açıdan çok önemlidir. Kendine ne kadar yatırım yaparsan, evinde de o kadar "yatırım" yaparsın. (Bu laf benim değil, Lafonten'in)


Pro Evre:
Her tür tadı alabilmeyi öğrenme evresi. Ciddi ve uzun ilişkiden zevk alırken bazı heyecanları yitirmeme, koruyabilme... Çok kelam edemeyeceğim konuyla ilgili olarak.

Doktora Evresi:
Ben Bond, James Bond. Ne adam ya!

Bu evrelerin elbette ki yaşla da alakası vardır. Ancak bir ilişki yaşarken bu evrelerin hangisinde olduğun ille de yaşına bakmaz. Çok iç kıpraştırıcı bir ilişki bir anda sana after-ergenlik stili bir ilişki yaşatabilir. Ya da ilişkiye biraz daha bu kızla nasıl olsa olmaz, ben ayrılırım bir aya kalmaz rahatlığıyla başlarsın ve bir anda pro düzeyde yaşarsın filan... Bu konu biraz karışık. Belki daha sonra ne demek istediğimi daha etraflıca yazarım. Benim anlatmak istediğim başka türlü bir şey. Biraz bu evreler üzeri. Evresi mevresi olmayan. Niye yazdım şimdi bu yukarıdakileri tam bilemedim. Geliverdi elime yazdım işte. Alın size bi' kategorizasyon daha işte, bakın bu kez erkekleri "genelledim". "Uyduruyosun, salladın g.tunden biz yaşamadık bunları" diyen erkek çıkacak mı bakalım?

Ben kategorizasyon yapmayı biraz fazla seviyorum. Kabul. İlişkiler üzerine de genellikle fazlaca kafa yorduğum söylenebilir. İlişkiler üzerine kategorizasyon yapınca olunca genelliyor gibi gözüküyorum. Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki birçok ilişki gerçekten bu klişeler, klişe olmasa bile bu kalıplar içinde gidiyor. Bunun dışında bir şey olmaz demiyorum. Oluyor çünkü. İnanılmaz nadir, ama olabiliyor.

İstediğiniz kadar laf sokun şimdi, yine birçok kişiye boktan gelen bir laf edeceğim çünkü. Bana göre kadınların sevgisi çok çok çok istisnai durumlar dışında erkekler kadar samimi değil. Değil işte.

Gerçekten samimiyetle sevdiğini gördüğüm kadınlara çok saygı duyuyorum (Sadece kendi ilişkimlerim için değil, kimi görürsem saygı duyuyorum). Onlar büyük kadınlar. Çok azlar. Binde birler.

Bu post'u da onlara ithaf ediyorum. Şarkıyı da... Ne güzel şarkı. Dinleyin lütfen.



To be contintin...
 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket