30 Kasım 2010 Salı

Ginger & Heyeti geçmek...

Bazı kadınlar vadır. Nasıl anlatmalı bu tipi bilemiyorum. Seksi. Ve aslında seksiliğinin kaynağı biraz da o kadının kafa ya da yüz bölgesindeki bir arıza. Biraz tıkandım anlatırken. Örnekleyeyim. Mesela, kepçe kulak. Normalde kimse istemez, güzel bir şey de değildir kepçe kulak. Ama o kadında olur işte (100 kadında 1 filan). Hatta o kadın non-kepçe olsa bütün seksiliğini kaybedecek gibi hissedersin. Bazı kadınlara karakteristik hafif kemerli burun yakışır, çok çok abartılı olmamakla birlikte. Ya da çökük yanak. Olur işte, bazısı taşır, yakıştırır.

Hatta o kusur, onun alamet-i farikası oluverir. Ondan bahsedersin mesela, karşı taraf anlamazsa kim olduğunu, hop ellerini kulaklarının arkasına götürüverirsin. Hemen anlar. Bu, pek çok insan farkında olmamasına rağmen önemli bir ekoldür. Kepçe kulaklı, hafiften kemer burunlu vs vs ama seksi kadın ekolünün bizim aramızda geliştirdiğimiz bir ismi de vardır. Yamsuk Ekolü.
Bazı erkekler bunu çok sever. Hep bu tip kadınlarla beraber olurlar. Açıkça söylemek gerekirse, ben bu ekolün bir mensubu değilim. Gerçi ben hiçbir ekolün mensubu değilim. Ekolden ekole akmak her zaman bana daha mantıklı gelir.


Yamsuk ekolünden gelen bu kızların hepsinin bir ortak özelliği daha vardır. Arkadaş grupları. Daha doğrusu Mütevelli Heyetleri. Sıkı bir kız arkadaş grubu. İlişkilere dair kararlarında birbirlerinden (belirli ölçüde) sır saklamayan, bu kararları beraberce alan bir heyet. Her biri birbirini çok etkileyen kızlar grubu.
Kuralsa açık ve basit. Eğer o seksi yamsuğu istiyorsan adamım, mütevelli heyetinden geçer not alman lazım. Bu gerçeğe karşı koymaya çalışmak, sana oyunu kaybettirir. Bu heyet senle kıza göz koymanın hemen ardından mutlak surette tanıştırılır

Heyetin misyonu, vizyonu

Heyetin vizyonu: Öncelikle gruptaki bütün kızları, sonrasındaki tüm dünya kadınlarını romantik komedilerin gelinleri gibi mutlu birer kadın haline getirebilmek

Heyetin misyonu: En önemli ve kritik görevi, kızın sana soramadığı soruları çat çat, kadın kurnazlığıyla laf arasında çakmak ve daha sonra erkeğin davranışlarını analiz etmek suretiyle o sırada sevgili arayan arkadaşlarının mutluluk ve refahlarını en üst düzeyde sağlamak.

Bu sorulara ve tartılmalara hazırlıklı değilsen, bittiğinin resmidir, güzeller güzeline elveda demeye hazırlan. Bu heyet öyle alelade insanlardan kurulmaz. Hepsi özenle seçilmiştir.

Heyetin yapısı:

Bu alemdeki, mütevelli heyetleri 4 asil bir de yedek üyeden müteşekkildir. Heyetin olmazsa olmazları şu şekildedir.
Bir şişman/balıketli ama bakımlı kadın. Heyetin bu üyesi genellikle yaşça diğerlerinden azıcık daha büyük olur. Öyle çok da değil. 3-4 yaş kadar. Geçmişe dair beklentilerin aksine çok ilişki deneyimi vardır. Dediklerinin heyette önemi büyüktür.

Bir uzun süreli ilişkideki kadın. Grubun en az 2 senelik ilişkisi olan kadını. Bir erkeğe baktığı anda o erkeğin, onunla aynı evde yaşarkenki halinin 6-12 ve 18’inci aydaki hallerinin röntgenini anında çekebilme yeteneğine sahiptir. Sözü kıymetli, analizleri önemlidir.

Bir "erkeklere güven olmaz" kadını. Grubun en zorlularından biridir. Genelde oyu negatiftir. Güzellik skalasında 6,5 – 7’den aşağı inmezler. Bu yüzden genelde peşlerinde bir erkek vardır. Peşinde sürekli bir erkek olması durumu, grubun içinde onu daha güçlü kılar.

Bir "ben pozitifim" kadını. Grubun biraz daha bakımsız ve vurdumduymaz kadını. Genellikle “Bence yaşamak istiyorsa yaşasın” yönünde görüş bildiren üye. Ona her zaman ihtiyaç var. Hem kadınlar için hem erkekler için.

Bir ya da iki de yedek üye, stajyer
. Her heyet, tüm dünya kadınlarını kapsayan vizyonu gereği yeni nesiller yetiştirmekle yükümlüdür. Yaşça biraz daha küçük (heyetten birinin kuzeni ya da kardeşi olma olasılığı yüksek), sözü pek de sallanmayan. ” Dünkü çocuk sen biraz piş.” Şeklinde yaklaşılan üye.
Bu karakterler, bir mütevelli heyetinin üç aşağı beş yukarı değişmez tipleridir. Şaşmaz.

Geçen hafta arkadaşım Lafonten Cumartesi günü akşam üzeri beni Taksim’e çağırdı. Yazlıklarından bir iki eski arkadaşıyla buluşacakmış.
“Lan oğlum.”
dedim.
“Sizin yazlığı biliyosun ben senden iyi tanırım. Senin daha uzun süreli dostlukların olmasına rağmen benim daha konsantre yakınlaşmalarım oldu.”

“Ulan anten.” dedi.
“Bir an evvel damla diyosak hemen damla, küfür ettirme kendine.”
Hiç uzatmadım. Artistlik yapılacak zamanlar vardır; yapılmayacak zamanlar vardır. “Nerdesin?” dedim. Taksim’de adı Z. İle başlayan bir yerdeymiş. Yanlarına doğru harekete geçtim, 40 dakika sonra oradaydım. Beni hemen tanıştırdı. Hemen bana niye anten dediğini anladım. Ginger’ı gördüm. Onu daha önce bir kere daha görmüştüm yazlıklarında, gençliğimde o kadar sık gitmemiş olmama rağmen onu sadece bir kez görmüştüm. Yazın sonlarına doğru geliyordu o çünkü. Benimle vardiyası uymuyordu. Onu gördüğümde zaten notunu vermiştim. Su içinde 7,4. Su içinde derken ironi yapmıyorum. Harbiden su içinde görmüştüm, havuzda. 1,65 boy, Nişantaşı Kasa, buğday saçlar, sol kulak saçların arasından çıkıyor, kepçe diye tabir edilen kulak tipi. Konuşması değil, ama gülüşü de hafif kayık. Sola doğru. Kız resmen sola çekiyor. Gülüş sola kaymış, sol kulak kepçe, zaten kendisi de solak...

Lafonten’in güzel arapasları, orta alandaki etkili oyunu, yazlıktan eski arkadaşının da (onu az çok tanımama rağmen cevherini geç fark ettiğim için çok üzgünüm) hemen topa girip başarılı al-verler yapmasıyla Ginger’la muhabbeti koyulaştırdım. “Akşam bilmemneredeyiz, gelmek ister misiniz?” diye sordu üçümüze birden. “Uyar.” cevabı verdik. İyi bir şey var, Ginger’ın benden hoşlandığını çok net hissettim, o konuda şaşmam. Akşam pozitif geçerse oldu bu iş. İyi olur benim için de bir ilişki.

Akşam için eve döndüm. Kostümümü değiştirip yeniden ortamlara aktım. Mekana varmadan 2 dakika önce Ginger’ı aradım. “En üst kattayız.” dedi ve yanlarına çıktım. Gayet güzel bir ortam. Sağa sola bir baktım. Hemen gördüm zaten buğday saçlı Ginger’ı. Bizimkiler henüz gelmemişti. Dakik olarak biraz hata mı ettim acaba, meraklı gibi ilk geldim diye düşünüyordum kiiii... Ta taaaa. Mütevelli heyeti! Onların olacaklarını %100 tahmin ediyordum aslında. Yine de görmekten çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Heyet dört kişiden oluşuyordu.

Gönüllerin Mütevelli Heyeti

Size onları tanıtayım:
Gonca, mütevelli heyetinin bakımlı ve şişman kadını. Balık etini geçip şişman olmakla olmamak arasındaki ince çizgide gidip geliyor. Bundan sonra Umut Sarıkaya’nın deyimiyle “Etinedol” olarak anılacak.
Buket, 3 senelik ciddi bir ilişkisi var. Geçen hafta sevgilisi evlenme teklif etmiş. Bundan sonra ev hanımı diye anılacak.
Seda, grubun hipi ruhlu uçarı kızı. Hiç tipim değil. Ancak beni görür görmez haneye artıyı yazdı. Eminim. Bundan sonra Hippi olarak anılacak.
Vildan, ben kendisine Welldone diyorum. Çünkü onu kazanırsam, welldone’la geçerim sınıfı. Vildan güzel, su içinde 6,9 (bu sefer mecazi). Bundan sonra Welldone diye anılacak.

Böyle durumlarda erkeğin yapması gereken şey basittir. Kendine güvenli olmak. Bunun birinci ve en önemli anahtarı, kadınlarla gözgöze gelmekten korkmamaktır. Göz kaçırılacaksa bırak onlar kaçırsın. Baka baka kimse eskimez. Masada erkekler de var, ancak onların profillerine dikkat etmedim. İşime yarayacak adam yok gibi aralarında.
Merhabalaşma ve tanışma seremonileri. Ginger ne de güzel giyinmiş. Yünlü ama kısa kollu bir bluz. Mini bir etek, babetler. Kararında bir makyaj. Ayarlanmış bir parfüm. Saçların arasından çıkmış kulakta zarif, sallanmayan bir küpe. Gözlerden kaçmıyor, öğlen manikürsüz olan eller, akşama hazır hale getirilmiş. Alkışlar Ginger’a. Çok güzel çok.

Birazdan çapraz ateş başlayacak. Kıskaca alındım zaten. Çok soru soracaklar, biliyorum. Lafonten olsa iyi olurdu. Arada topa girerdi. İnek. Hep geç kalır zaten. Ginger, inanılmaz sıcak davranıyor. Biraz şaşırmış olmakla beraber hiç bozuntuya vermiyorum. Kim bilir nasıl birtakım kızsal sebepler var bu hızlı yakınlaşmanın ardında. Ve işte başlıyor!
İlk akın Etinedol’dan geliyor.
“Ne iş yapıyorsun T.I.” . Bu aynı zamanda ateş serbest emri.
Cevap veriyorum. Laf biraz başka taraflara taşınır gibi olurken. Ters kanattan Welldone bindiriyor.
“Hangi okuldandı? Sanki seni tanıyor gibiyim.”
Welldone’nın beni bir şekilde tanımamasını umuyorum. Kendisinibu hayatta görmediğime %1.000.000 eminim. Çünkü ben 6,5 + bir kadının suretini kolay kolay unutmam. Tabii hemen benim de kendisini gözümün bir yerden ısırdığını söyleyerek cevap veriyorum. Eğer öyle demesem, bu
“Ya bak işte sen beni hatırlarsın, ama sen öyle silik bi tipsin ki, hiç benim dikkatimi çekmemişsin.” demek olur ki, Welldone’ı daha baştan kaybetmeyi hiç istemiyorum. Arada Lafonten de geliyor. 2-3 saat geçiyor. Laf lafı açıyor. Hipi’sinden Ev Hanımına hepsi sordukça soruyor. Heyetin soruları artık beni sıkmaya başladı. Ginger’la biraz yekeyek vakit geçirmek istiyorum. Heyetin baskısı devam. Ayağa kalkıp bağırmak istiyorum. Ginger'a yaklaşmak istiyorum. Heyet püskürtüyor. Özetle, şeytan diyor ki yanaş şuna, adını anma sataş şuna ama

HEYEEEEEEEEEEEEET, beni neden yoruyosuuuuun...


Her şeye rağmen güzel bir akşam. Ertesi gün için Ginger’la da randevulaştık.
to be contintin

5 Kasım 2010 Cuma

Büyük Şef: Devam... Bomba kimin elinde?

Dikkat: Bir yazı, bir önceki post’un devamıdır. Önce onu okumakta fayda vardır.

Nerede kalmıştım? Evet hatırladım.

Dile kolay, Djemba Djemba’ya zor koskoca iki ay. Büyük Şef’le her zaman bağlantıda kaldım, ancak hiç çizgiyi aşacak derecede sarkmadım. Derken hani haber bültenlerinin sonunda olur ya: “Türkiye’de güzel şeyler de oluyor." diye... İşte öyle bi’ haber aldım. Yasemin çok büyük, uluslararası bir firmadan mevcut maaşının 1,5-2 katında bir teklif almıştı. Onun için ne kadar sevindim anlatamam. Büyük Şef’in üzerindeki “Şirkette dedikodu olur, ne de olda ortak tanıdık var. Çalışanlarıma madara olamam” baskısının kalkmasının bu yaşadığım sevinçle inanın hiç alakası yok. Tamam, o sevinci en az bi yedi sekizle çarpmış olabilir, ama sonuçta sevindiğim ham olay, Yasemin’in terfisi.

Kaldı ki şöyle bir şey de var. Ben boğazımı kesseler, gidip de Yasemin’e Büyük Şef’le yattım filan demem ki. Gerçekten demem. Hem centilmenliğe yakışmaz, asla ve kat’a yapmam böyle bir şey. Hemde yani şimdi, insan bindiği keser mi (Teşbihte hata olmaz, teşbihte hata olmaz.). Hiç kimseye faydası olmayacak, bir sürü insana zarar verecek bir iş. Anlatmam.

Neyse, Yasemin’in gidişiyle beraber kelimenin tam anlamıyla orta sahadaki baskıyı arttırdım. Yine de verimsiz yan paslardan öteye bir türlü geçemiyordum. Büyük Şef’i İki günde bir filan mutlaka bir bahane bulup aradım. Anlıyo’ tabii o da her şeyi, anlamaz mı? Daha o ilk gece, ilk ona baktığım andan beri her şeyi biliyor. Ne de olsa ben giderken o geri dönüyordu.

Peki o ne kadar istekli? İşte bu büyük bir tartışma konusu. Ancak ben biliyorum, kesin istekli. Yoksa iki ayda mutlaka bi’ şekilde beni uzaklaştırmasını bilirdi. Ben, o mesajı alınca, yani bir şekilde tamam artık yeter! Mesajını inceden verdiği anda, asla karşı tarafın üzerine gitmem. Asılmak (bu kelime bile biraz rahatsız edici ama inkar edemicem, asılmak) asılmak ve rahatsız edici olmak arasında gerçekten çok ince bir çizgi vardır. Erkek, bu çizgiyi çok çok iyi bilmek zorundadır. Yoksa yaptığın en süper güzellik bile, inanılmaz bir antipati uyandırır. Hiçbir erkek bu duruma düşmemelidir. Bu, birçok zaman vazgeçmek anlamına gelse bile...

Ben Büyük Şef’ten hiçbir zaman öyle negatif bir elektrik almadım. Ama Allah var, hiç yeşil ışık da almadım. Hep sarı, hep sarı. Sarı sarı sarı. Hazırol T.I, hazırol T.I! Bu arada onu sadece bir kez daha gördüm.

Bir öğlen onun işyerinin oradan geçerken “Sizin oradan geçiyorum da seni de bir arayayım istedim nasılsın?” diye sordum. Ki saat 15:30 filandı. "Yemeğe ancak çıkabildim. Bizim işyerinin orada bir restoranda, bir şeyler atıştırıyorum. Laptop’ımda yanımda zaten, iş çok.” dedi.Ben de “Çok yakınım, şuradaki bilmemneye uğrayacağım.” gibi bir şeyler derken, “Gelsene vaktin varsa beş dakika” dedi.
“Allah'tan senin iş yerine yakın bir yerlerdeyim." derken yalan söylememişim diye geçirdim içimden. 5 dakika sonra yanındaydım. Aman tanrım!
Eğer zarafet diye bir şey varsa, bu kadının duruşu, güzelliği, hali ve tavrında vücuda geldiğine eminim. Çok güzeldi, çok. Beyaz, manşetlerinin ve yakalarının ucu azıcık dantelli klas gömleği, bir profesyonelin elinden çıkmış gibi duran makyajı, kırmızı ojeleri, dokunduğunda “Aman Allah elimde kalacak” diye korkutacak derecedeki yumuşak elleri. O anda bu güzel kadına ne olursa nasıl “Büyük Şef” gibi kod adı verdiğime pişman oldum. O ne lan öyle, kızılderili adı gibi. Çok salağım çok. Kadın, tek kelimeyle Lady gibi, çok afedersiniz andaval T.I kafasına büyük Şef diye kodlamış. Allah ıslah etsin.

Neyse,
Hani bir hareket vardır. Birisi gelince ayağa kalkmazsın da, kalkacak gibi yaparsın, ama hareketinden ayağa kalkmayacağın bellidir. Kaykılmakla ayağa kalkmak arası bir şey. İşte o hareketten yaptı. Böyle poposu ve sandalyenin arası azıcık açıldı o kadar. Ne kibar, ne zarif kadın.
Onun yemek yiyorum dediği var ya, inanın hiç kafanızda canlandırdığınız gibi bir şey değil. Çok çok küçük bir miktar, bir sebze yemeği için bile o kadar küçük ki. Kabaklı bir şey yiyordu. Minicik ya minicik. Aklıma geldi, bu yaşta böyle olabilmek için de zaten neredeyse hiç yemek yememek lazım. Bu arada, nasıl da seksi bir yemek yiyişi vardı. Hani çatalın ucundaki şeyi dişlerinin arasına sıkıştırıp sonra çatalı yavaşça çekme hali vardır ya, dudaklarını tam kapatmadan. Kadının normal yemek yiyişi o seksilikte. Belli ki, yemeğin tadına varmayı çok seven birisi, tam benim kafadan. Yaldır yaldır hemen diliyle yemeği buluşturmuyor, tadını çıkartıyor.

Ya, nihayetinde düşününce, Büyük Şef gerçekten o dönem için benim kalibremin çok üzerinde bir hedefti. Çok güzel, çok başarılı, sonuçta çok daha görmüş geçirmiş. Ama son birkaç haftadır, telefonda kendime güvenim bir hayli yerine gelmişti. Onu gördüğüm o an anladım ki telefon kolay tabii, yüzyüze nerede o rahatlık. Resmen kadınla “siz” diye konuşasım geliyor. Telefonda sürekli sen diye konuşup yazışmasam valla belki siz derdim.

“Neler yapıyorsun işler nasıl gidiyor?”, “İyi güzel.” gibi konuşmalardan sonra, yemeğin sonlarına yaklaştık. Çok şükür ki aklım hala biraz da olsa başımdaydı. Bu sayede asla ve kat’a, değil Yasemin demek, inanın y ile başlayan kelime dahi kullanmadım. Havadan sudan konuştuk. Sonrasında tekrar konuşmak üzere ayrıldık. Ben de güzel bir kahve içmiştim o yemeğini yerken. Ben masanın hesabını ödemeye yeltenmedim. Konuyu dert ettiğimden değil, sadece gerçekten ayıp olur diye.

Ertesi hafta çok net bir şekilde anlayacaktım ki, aslında o yemek bir testti. "Yasemin’den hiç bahsedecek miyim, bahsetmeyecek miyim?" testi. Çok şükür ki, attığı tüm zarflara rağmen, 100, tam not almıştım. Gel gör ki, ışık hala sarıydı, ama artık yanıp sönüyordu. Hissediyordum. Yanıp sönüyordu.

Derken... Günlerden bir gün,

Bir akşamüstü telefonum çaldı."Büyük Şef Arıyor!” yazıyordu.
O gün işi astığını, evde takılıp kitap okuyup, şarap içip, film falan izlediğini söyledi. Yakınlarda olup olmadığımı sorup davet etti.
“Tabii tabii, yakınlardayım.Birazdan oradayım” dedim.Ancak bu sefer bi’ önceki gibi doğru söylemiyordum. Ben Kabataş-Karaköy tarafındaydım, o ise ta Yeşilköy’de. Üstelik Anadolu yakasındaki evime çok uzaktım. Banyo yapmalı, bütün gün üzerimde durmuş kıyafeti değiştirmeli ,kendimi iyi hissetmeliydim. Buna ihtiyacım vardı. Eve gitme planını çoktan askıya almıştım bile. Üstüm başım da fena sayılmazdı. Çok şükür ki işyerinde her zaman yedek tiril bir beyaz gömlek bulundurmak gibi bir huyum var. Gömleğimi değiştirip fırladım.

Arabaya atladım, kontağı çevirdim. Yola çıktım kiii... Aman Allah’ım, o nasıl bir trafik. Arabayı da çıkarmış bulunmuştum. Ya b'i yol hiç mi gitmez, hiç mi kıpırdamaz. Yok arkadaş. Kıpırdamıyor. N’oluyo lan derken öğrendim ki, Papa gelmiş, yollar kapanmış. O yüzden böyleymiş. Ya Papa, beni mi buldun bula bula Papa. Açılır ümidiyle biraz bekledim (Fesatlaşmayın lütfen, Büyük Şef değil, trafik açılır ümidiyle.) Yok. Resmen, koca Vatikan, işi gücü bıraktı benle uğraşıyor. Yok sana günah bu akşam diyor! Olacak iş değil, Vatikan aşk hayatıma çomak soktu arkadaş. Bana bu yapılır mı be Papa, günah değil mi bana Papa! Uzat eliniii, öpeyim seni Yeeah! Resmen delirdim.


Kapatın Youtube'ü. Çok sakıncalı görüntüler var! Baksanıza.

Çaresiz Büyük Şef’i aradım. Şarabı fazla kaçırmamasını, çok ufak bir işim olduğunu halleder halletmez geleceğimi söyledim. Şirketten birini çağırdım. Arabayı ona verecektim, çünkü park edebilecek hareket serbestliğim bile yoktu. Geldi Halis Abim, sağolsun aldı arabayı. Ben de yürüyerek sahilyolundan taksiye binebielceğim trafiğin açıldığı bi noktaya gittim. Atladım. Sonrasında kapısındaydım. Yine de saat sekizi geçmişti. Ne de güzel tarif etti yolu. Hanımlar ekseriyetle bunu beceremezler. Cuk.

Vatikan sağolsun yapacağını yapmıştı. Yoluma taşı koymuştu, çünkü kahretsin ki Büyük Şef çok hafif de olsa sarhoştu. Beraber içip sarhoş olsak tamam da, böyle hiç olmamıştı.

Gayet çakırkeyif haliyle, beni buyur etti. İçeri geçtim, içtiği şaraptan bir kadeh de bana koydu. Birkaç yudum aldım. Evi çok güzeldi. Halısız, büyük ama modern eşyalı evler vardır ya onlardan. Eşyalara kırmızı tonları hakim. Belli ki beni biraz şuursuzca çağırmıştı. Biraz sohbet ettik. Sonra koskocaman kolyğuna uzandı. Gerçekten koskocaman bir koltuktu. Ben de ceketimi çıkardım. Şarap kadehimle beraber koltuğun tam çaprazına onu da yüzünü görecek şekilde oturdum. Biraz uzakça...

Belki o yanına gitmemi bekliyordu, ama ben gitmemiştim. Biraz cesaretsizlik diyebilirsiniz. Biraz sarhoşluğundan korktum aslında. Hıyar fırsatçı adam rolünü kendime hiç yakıştıramadığım içindi aslında.

Beni zaten yanına da davet etmemişti, ama yine de hem rahat olmam hem de ona hamle etmemem şaşırtmıştı onu. Beklemiyordu. Onu tanıdığım ilk günden itibaren ilk kez, ama ilk kez o şaşkındı, ben güvenli.

Hemen aksini düşünüyorum. Koltuğa girmiş olsam...

O koltuğa girsem, derhal fırsatçı olmaya çalışan birisine dönüşecektim. Öyle birisine dönüşmüş olma, hatta dışarıdan böyle birisi gibi görünüyor olma olasılığı dahi benim beynimi kemirirdi, kendimi bilmesem... Girdikten sonra, eğer o bana hamle etmese, ya da çok çok daha kötüsü benim hamlemden kaçsa filan, bu benim özgüvenimi tarumar edebilirdi. Koltuğa uzanırkenki “sadece uyumak istiyorum.” gibi cümleleri, aslında, “yapmak istiyorum da, istemiyorum da, ama sonradan pişman olmak istemiyorum” gibi rahatsız edici bir elektrik yaratıyordu üzerimde. Onun yanına yatsam, doğallıktan çıkmış bir takım zorlama hamleleri yapayım mı yapmayayım mı diye düşüne düşüne ezik bir hale gelecektim. Yattığım an bombayı kucağıma almış olacaktım. Her hareketim onun tarafından tartılacaktı.

Resmi şuradan aldım.

Oysa ben yatmadım,
Bu yüzden artık bomba onun elindeyki. Başta uykusu varken, uykusu açılmıştı. Niye bu yanıma gelmedi ki diye düşünmeye başlamıştı. Güveni azalmıştı, acaba bir şeyden irite mi oldu onun için mi gelmedi diye düşünüyor. Yüzüne saçma gülümseme geliyordu. Beni davet etmek ya da yanına gitmemi istediğini hissettirmek istemiyor, bunu benim yapmamı istiyordu. Ben yapmadıkça, rahatlıyordum. Yanlış anlamayın. Kesinlikle aman yanına yatmadım da ne kadar erdemliyim filan demek istemiyorum. Çok ilginçtir ama, yatmamak beni daha güçlü pozisyona sokmuştu. İyice kıllanmaya başlamıştı. Biraz daha şarabından aldı. Kendisinin yaşlı olduğunu düşünüp düşünmediğimi sordu.

Eyvah! Fazla mı abartmıştım. Dönülmez bir yola da asla girmek istemezdim. Kesinlikle öyle olmadığını, son yıllarda kendisi kadar güzel bir kadın kesinlikle ve kesinlikle görmediğimi söyledim. Artık gitmem gerektiğini, güzelliğiyle gecemi güzelleştirdiğini söyleyerek izin istedim. Kapıda beni uğurlarken de küçücük öptüm.

Ertesi sabah “Bir daha o kadar içmemeliyim di mi :).” tadında gelen mesaja. “Yoo, çok sevimliydin. Beraber içm” (Burada güzel değil de sevimli kelimesi özellikle seçilmiş bir kelimedir, kendini genç hissetmesini sağlar.) Daha sonra birkaç kez daha görüştük.

Merak edenler için: Vuslat, biraz rötarlı, ama çok daha daha şa şaalıydı.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Gözler, Yasemin ve Büyük Şef...

Göz. Görmeye yarayan organımız.

Sözlük anlamına bakarsanız şunun gibi bir şey yazar.
Cisimlerden yansıyan ışığı geçirmeye ve kırmaya elverişli yapıda, bu sayede görmeyi sağlayan küre şeklindeki organ. Bu elbette ki gözün unisex tanımı. Ben unisex kelimesini hiç sevmem. Unisex, ne kadınsı ne erkeksi, tatsız tutsuz bir kelimedir. Mesela, hayatında hiç güzel bir “unisex” kıyafet göreniniz var mı? Erkek giyse feminen olur, kadın giyse maskülen. Ben sevmem, ne bileyim. Seven varsa mutluluklar. Ne diyodum ya, hah göz.

Bu gözler, seni özler.

Bana gözü tanımla deseniz asla unisex bir tanım yapmazdım. Erkek gözünü ve kadın gözünü kesinlikle ayrı ayrı tanımlardım. İkisi farklı şeyler.

İzninizle erkek önce gözünü tanımlayayım. Ne demişler? Beydies first.

Erkek gözü: Kadınlardan yansıyan güzelim ışıkları hiç vakit kaybetmeden odaklayıp, derhal beyne malzeme hazırlamak üzere şekle şemale sokup, “Hadi koçum gerisi sana emanet. Hisset o kıvrımları. Şimdi nereye odaklanayım? Göğüslere mi? Çabuk söyle, sal hadi nöronları! Hadi bebeğim hadi hadi!” gibi bir mesajla beraber beyne ileten, görmeyi sağlayan küre şeklindeki organ.
Bakın şimdi söyleyeceklerim önemli, biraz ilim irfan, bilmeyenler not alsın lütfen, erkek gözü toplam üç tabakadan oluşur.

1- Sert Tabaka (En dış tabaka, gözü korur, kollar. Latince adı Sklera. İsme bak, koçum benim.), 2- Damar tabaka (Karanlık oda etkisiyle görüntünün retinada oluşmasını sağlayan tabaka.) ,
3- Ağ tabaka ( Nam-ı diğer Retina, ışığı alır, görüntüyü derler toplar, beyin görme merkezine aktarır.)



Kadın gözü: Erkeklerden bir türlü yansımayan, yansıyamayan ışıkları, iyi niyetiyle bir şeylere benzetmeye çalışan, bu uğurda kimi zaman yaşlar döken, yansımaları evirip çevirip, binbir türlü ışık oyunuyla, eninde sonunda beyne bir görüntü olarak iletmeyi başaran, insanın aklına ceylan bakışlarını getiren güzelim organ.

Dikkat! Üç değil, dört bölümden oluşur.
1- Sert Tabaka
2- Damar Tabaka
3- Baskül tabaka (new)
4- Ağ tabaka.

Baskül tabaka da ne? Nereden çıktı?

Tehlikeli İlişkiler’in Bilim köşesine hoşgeldiniz.
Siz, sevgili bilim meraklıları, siz, her akşam bir belgesel izlemeden uyuyamayanlar. Bu kısma dikkat edin. Çünkü bu bilgiler hiçbir belgesel kanalında yok, National, Discovery, Da vinci Learning, Venus TV, intimacy, playboytv... Hiçbirinde.

Baskül tabaka (Latince adı Pondus)
Baskül tabaka, görüntüyü ağ tabakaya iletmeden önce şöööyle bi tartan tabakaya verilen addır. Çünkü kadın gözü, bu işin ışığı evirip çevirmekle olamayacağını anladığı için başka özellikleri de anlamak, taramak üzere evrilmiştir. Özgüven, bakımlılık, sosyal statü, vs. vs. Bunların hepsini basküle koyar.

Özetle, bir kadın görüntüsü bizim gözümüzden derhal beyne iletilirken, bir erkek, kadının gözünde önce bir kantara çıkar, kaç okka çektiği tespit edilir. Sonrasında beyne gider. Beyne ham görüntü gitmez. O görüntü başka datalar da taşır.

Tüm bu kadın/erkek gözü saptamalarını yapabilmek için ise güzel bir kadeh öküzgözüne ihtiyaç olması da ayrı postun konusu aslında :).

Ya yine, bir şey anlatacağım diye bi’ araba laf ettim yine.

Neyse,

Dört ya da beş yıl önceydi, 2005 ya da 2006. Daha önceden bu blogda hiç bahsetmediğim bir arkadaşım, Yasemin, onun işyerinde bir kutlama vardı. Bir sohbetimiz sırasında kutlamada yalnız olmak istemediğinden bahsetmiş, “İnek T.İ, bulamadın benim gibi bir afet-i devrana bir yakışıklı sevgili.” demişti. Yasemin pek benim tipim değil. Nasıl anlatsam, hani biraz erkeksi kızlar vardır ya, onlardan. Fizik olarak değil. Karakter olarak. Böyle aşırı dobra, tırnak içinde delikanlı, kadınlarla pek anlaşamayan kadınlar vardır ya, biraz onlardan. Yine de aklınızda kalmasın, 6,5 diyebilirim. O güne kadar benden kendisine bir sevgili bulmam gibi bir beklentisi olduğunu açıkçası bilmiyordum. Kendisine sevgili bulmak konusunda çok jet bir çözüm üretemeyeceğimden ve öte yandan bir hanımefendiyi bu şekil bir istekten sonra yalnız bırakmamak adına hemen, kendisine memnuniyetle kavalyelik edebileceğimi söyledim. Hem bana da değişiklik olurdu. Lafonten lafonten. Bıkmıştım, i.nden. Böylelikle yepyeni bir sahaya da yelken açabilirdim.

Akşam Yasemin’i kaçta almam gerektiğini sordum. Saat ve yer bilgilerimi alıp eve döndüm. Giyindim kuşandım. Yanıma birkaç çeşit kravat alıp, arabaya atladım.
Tam vaktinde Yasemin’e bir telefon ve iki korna. “Ben kapıdayım, dat dat!”. Hiç bekletmedi. Sadece 23 dakika. KGG’sini konuşturup, 6,5’tan 6,8’e koşmuş halde arabaya bindi. Çok güzel göründüğünü, ancak o güzel saçlarının bozulmasını istemiyorsa, arabaya biner binmez parfüm kokum dağılsın diye açtığı camları kapatmasını, zira geciktiği için ancak biraz sürat yaparsam yetişebileceğimizi söyledim. “Saat sıkıntımız yok. Zaten ilk biz gitmeyelim kek gibi.” dedi.
“Lan söyleyeydin ya ben de geç çıkardım.”
demedim tabii ki.
Çünkü yalnız bir kadın güzelleşmek için çok çok uğraşmışsa, anlayın ki gergindir. Çok büyük bir ihtimalle birine kur yapmak istiyordur. Onun gergin olduğunu çaktığım anda, bende jeton düştü. Ben, zokanın ucundaki yemdim. Yasemin, birini kıskandıracaktı ve bunun için beni kullanacaktı. “Aferin kızım.” dedim içimden. “Doğru tercih.” Derken boynumda kravat olmadığını fark etti. “Şıklığına şıksın ama, sana bir kravat bulmalıyız. Önemli bir gece bu.” dedi. “Sen seç istedim, sonuçta bu gece senin gecen.” diyerek arka koltuktaki beş altı kravatı işaret ettim. Arkasını döndü ve gözlerinde “Koçum T.İ, Doğru tercihsin, bu iş için biçilmiş kaftansın!” dediğini gördüm. Hemen uzanıp aldı. Hepsini tek tek parmaklarıyla da test ettikten sonra, “Bu.” dedi. “Hayhay” dedim.

Vardık. Yasemin koluma girdi ve biz mekana girdik. Çok hoş bir yerdi, boğaz ayaklarının altında. Bir iş yemeği ortamının kasıcı havası yok. Çünkü masa masa, hiyerarşiye göre düzenlenmiş bir durum yok. Yemek ve kokteyl arası bir şey. Karnını doyurmak isteyene yemek var, sohbet etmek isteyene alan var. Güzel.

Yasemin, gitmeden önce bana gerekli bilgilendirmeyi yapmadı aslında. Demedi ki bana, ben seni şu heriflerden birini etkilemek için çağırdım. Ah şu kadın gururu. Halbuki anlatsan bana, sen de daha rahat edicen. Benim açımdan zaten bir problem yok da, hani senin için.
Neyse,
Ben herifi hemen teşhis ettim zaten. Nasıl mı anladım? Beni Yasemin’in yanında görünce, hemen kulaklarının üst bölümü kızardı, ve suratına gereksiz salak bir gülümseme düştü. Hep kadınlardan bahsediyorum ama, biz erkeklerin de çok bariz tepkilerimiz yok değil. Neyse,
Ben hemen rolümü sahiplendim. “Yasemin’e sürekli yazan, ama bir türlü yüz bulamayan adam”ı oynayacaktım. Rolüm kapsamında, ben insanların önünde, Yasemin’e övgüler düzüyor, ortalar kesiyordum. Yasemin ise bana öyle pek de pas vermeyen ama arada da canım manım diyen güçlü kadını çok güzel oynuyordu. Bir iki methiye daha düzüyordum ki, baktım ki biraz daha ileri gidersem herif beni düzecek, yavaşladım. Zaten etrafta pek de çekici ve yazacak kadın yoktu. Ya yaşlı çiftler, ya da mesleğimde yükseleceğim diye göbeğine kaçak kat çıkan kadınlar. Bu yüzden, hafiften silik bir karakteri oynamaktan hiç gocunmuyordum. Rahattım.

O sırada o geldi: Büyük Şef. Güzel bir kadındı. Yaseminlerin departman şefiymiş. Tahminim 36 yaşında filan. Güzellik: 7,3, Hissedilen güzellik: 7,6. Tabii ki Business Kasa. Siyah dar, dizüstü bir elbise, sol omuz kısmı biraz hareketli, o hareket şık bir dekolteyle taçlanıyor. Tüylü müylü ama aşırı zarif bir omuz örtücüsü (tam olarak şal diyemeyeceğim.) Business kasanın vazgeçilmezi zarif siyah topuklular. Arkaya doğru gerilmiş saçlar. Büyük Şef, topuklu ayakkabıyla yürümeyi süper beceren kadınlardan (Bence topuklu ayakkabı giyen kadınların sadece %10’u bunu becerebiliyor.) İyi haber. Parmakta yüzük yok. Küpeler şahane! Oof of.



Bizim gruba geldi. Bu sırada herif bizim Yasemin’i iyice markaja almıştı. Bu benim için iyi oldu diyebilirim. "Boşa çıkman lazım oğlum T.I. Büyük Şef’e bak" diye geçiriyordum içimden. Ancak Büyük Şef çok zorlu bir hedef. Bir kere çalışanlarının önünde, kendinden neredeyse 10 yaş küçük birisiyim. Yaklaşmam imkansız gibi. Biz, ayaklı bir masanın çevresindeydik, geldi ve bizimle sohbete başladı. Çalışanlarının önünde olduğundan mıdır bilmem. Kendine aşırı güvenli bir hali vardı. Çok özgüvenli, çok ölçülü, çok kontrollü, ve fucking sexy!

Tanıştık ettik. Derken Yasemin, hayatının arapasını attı. Böyle güzel arapasını değme erkek atamaz. Dedim delikanlı kız diye. “T.I. Büyük Şef de 3 ay öncesine kadar sizin sektörde çalışıyormuş.” dedi ve o herifle beraber mekanın açık alanına doğru gitti. (Tabii Yasemin, ona büyük şef demiyor, X Hanım diyordu. ) İş, konuşmak için çok güzel bir konu olmasa da, başlangıç başlangıçtır. Bizim firma o aralar çok yeni, tutunmaya çalışıyor, oldukça küçük. O baya büyük bir firmada çalışmış. Ancak bizim firmayı da biliyor filan. Belki sizden almak isteyeceğim Bussiness Contact’lar olur diye telefonunu istedim. Hıyarlık parayla mı? Telefon mu?
Kadın da ince, parlak, küçük ve zarf formundaki güzel çantasından kartını çıkartıp verdi. "Buyrun." dedi.
"Hıyar Tiay" dedim içimden, mevzu işse, cep telefonu değil kart istenir. Cep telefonu istemek tabii ki çok büyük bir problem değil, ancak o anda yanlış strateji. Yapacak bir şey yok. Derhal gereksiz salak erkek gülümsemesi halimi takındım (artık hiç yapmıyorum, inanın). O da benim salak erkek gülümsemesi halimi takındığımı saptadı. 20-25 dakikalık bir sohbetin ardından teşekkür ederek yanımdan ayrıldı. Accayip renk vermiştim. Belki yanımda 20-25 dakika durmasının sebebi o kadar bariz şekilde renk vererek biraz gururunu okşamamdı. Bilemiyorum. Ancak kesinlikle çok acemiceydi. Öte yandan, o balkonumsu yerde, Yasemin’le herif, mercimeği iyiden iyiye fırına veriyorlardı. Onlara eserime bakar gibi şöyle bir baktım. Biraz şişindim, göğüslerime hava doldurdum. Biraz daha sağa döndüm, Büyük Şef! "Pofff" dedim, göğüslerimdeki havayı boşaltarak.

Biliyordum,
O akşam büyük şefin gözlerinin üçüncü tabakasında, yani baskül tabakasında (Pondus) geçirdiğim o 20-25 dakika sonunda, sanırım “tüysiklet” diye etiketlenerek dosyalanmıştım. O basküle bir daha çıkmamsa tam iki koca ayımı alacaktı.

Bir sonraki postta da söz o günü anlatacağım...
Yani,
To be contintin.

Sevgiler
T.I

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bloglar kadınlara benzer! Yıldönümleri.

Bazen blogları kadınlara benzetmeden edemiyorum. Çünkü ikisine de sürekli yazmak gerekiyor. Ancak hakkını vermeliyim ki, blog daha vefalı, ne yazarsam yazayım, ya da ne kadar yazmazsam yazmayayım, alınma gücenme yapmıyor. Bu arada, kaç zamandır yazmıyorum, bir sürü kişi, nerelerdesin diye soruyor hala. Aylardır bu kuş uçmaz, kervan geçmez blog'a hala uğrayan herkese çok teşekkür ediyorum.

Kaleme almam gereken konu şu sanırım:
Blog'a verilen ara. Valla pek bir açıklamam yok aslında. Ancak ille de bir "savunma" isteniyorsa...

Bence blog'a verdiğim arayı normal karşılamak gerekiyor. Sonuçta, Tehlikeli İlişkiler'i takip edenler nasıl birisi olduğumu az çok biliyorlar. Herhangi bir şeye uzun süre bağlı kalınca karıncalanmak gibi bir huyum var. Tehlikeli İlişkiler'le de münasebetim bir yılı geçmişti. Dikkat! 1 yıl. Bir ilişki ve bir yıl dedin mi, ben buna tehlikeli ilişkiler değil, Tehlike Çanları derim. 1 yıl demek, bir kere kafadan, "yıldönümü" filan demektir. Yıldönümlerini genel olarak sevmem. Aklıma hep "eskimek" fikrini getirirler.

Yıldönümü

Kadınlar şu konuda genellikle büyük bir yanılgı içindedirler. Onlar, erkeklerin, yıldönümlerinin seremoniyal kısmından çok rahatsız olduklarını düşünürler. Özellikle şu ikisinden:

1- Hediye almak,
2- O güne özel bir program yapmak

Aksi durumlarda, yani bu işin bu iki sacayağından bir tanesi sekteye uğradığı zaman:

"Benimki sağolsun kalastır öyle konularda, hiç düşünmez, hatta unutur." demeye bayılırlar.

Hatta bazıları bunu söylediklerinde sevgililerinin/eşlerinin "daha bir erkek" olduğunu filan hissederler. Yemezler. Kolayına kaçmayın. Herkes bilir ki erkeklerin genelde bunlarla hiçbir problemi yok. Eğer ki sadece ve sadece mutlu sonla bitecek bir şey için hazırlık yapmaktan bahsediyorsak, erkekler feriştahını yapar. Bunda erkeği rahatsız edecek hiçbir şey yok. Ancak ya altında başka anlamlar varsa...

1- Hediye konusu:

Kadınlara hediye almak konusunda şerbetliyiz biz. Daha konuşmayı bilmiyorken, daha ellerimiz bir şey tutma melekesi dahi kazanmamış kadar bebekken, babalarımız boynumuza "Anneler Günün Kutlu olsun Annecik" diye bir not asıp, büyük bir hediye paketinin üzerine oturtuyor adeta bizi. Biraz aklımız ermeye başlayınca, "lan keşke şu sevgililer gününde benim de hediye verebilecek bir sevgilim olsa" diyoruz. Öylesine terbiye edilmişiz biz, özetle biz erkekler birer Hediye Machine'iz. Düşünün ya, böyle bir şey olabilir mi? Keşke bir sevgilim olsa da "davşanlar gibi sevişsem" dememişiz de, bunun acısını bile "bi hediye bile alamadım, çok yalnızım" üzerinden yaşamışız. Böylesine safız. Düşünün, biz o kadar masumuz ki, kadınlar bazılarımızı "aydönümü" diye bir şey olduğuna bile inandırmışlar. Ya ben aydönümünü kutlayan çift görmesem, bunları yazmazdım. Gördüm, aydönümü kutluyolardı, yeminle.

Ulan aydönümü diye bir şey varsa, götdönümü diye bir şey de var. Hadi bakalım, bunu da erkekler uydurdu.

Tanımı şu: G.tdönümü, o ilişkide ilk kez canın istemeyip de sevgiline arkanı döndüğün günü işaret eder. Bana inanın, aydönümünden çok daha önemli bir gün bu. Düşünsene, ilk kez canının istemediği gün. Bana göre her sene muhakkak anılması, hatırlanması gerekir. Her g.tdönümü seneyi devriyesinde sevgiliye hediye olarak pastırma, sucuk, sarımsaklı mantı vs alınır. O günün akşamı hepsi afiyetle yenir. Akşam da çiftler birbirlerine arkalarını dönerek, gönül rahatlığıyla yatarlar. İşte g.tdönümü.

G.ödonümü

2- Program konusu:

Ya bak ne anlatıyodum laf yine nerelere geldi. Hediye alımından bahsediyordum. Hediye konusunu geçtik. Beni ikna edemezsiniz. Öteki neydi? Hah, özel bir program yapmak. Bir erkek düşünün ki, gerçekten güzel bir yemeğe hayır desin. Var mı böyle bir ademoğlu, yok! O erkek ki bunun için elinden gelen en güzel programı yapmasın. Üstelik yemekten sonrası da oldukça vaatkar olsun. Gülerim. Hanımlar, dünya üzerinde böyle bir erkek yok. Tartışmam Umarım sizi, yıldönümlerinin asıl probleminin hediye, özel yemek vs olmadığına ikna edebilmişimdir.

İlişkilerde, yıldönümlerini kutlu ve mutlu bir gün olmaktan çıkaran taraf kadınlardır. Üstelik bu günü zorlaştıran onların güzel bir yemek, güzel bir hediye beklentisi kesinlikle değildir. Elbette ki tüm hanımlar, beraber oldukları insanla önemli bir gün yaşamaya, hediyelerin en güzeline, mekanların en şıkına, en ince şekilde düşünülmeye zaten layıklardır. Bunun nesinin lagalugasını yapayım. Bu günleri geren şey, muhasebedir. İlişki muhasebesi. Ya ben zaten muhasebe lafına zaten yeterince gıcık oluyorum o p.storoz ortağım yüzünden, muhasebe gibi gıldırgıcık bir kelimeyle ilişki gibi güzel bir kelime yanyana getirdiğin zaman, iş iyice çirkinleşiyor.


Kadınlar, yıldönümlerinde işte bunu yaparlar. İlişki muhasebesi, yani, gereksiz ciddiyet! Gereksiz ciddiyet, yorar. Yapmayın. İlişki muhasebesi, bir ilişkinin her evresinde gericidir, yorucudur, kasıcıdır. Bu evreleri kronolojik olarak yazıyorum:

İlişkinin bebeklik evresi,
ilişkinin başlangıç evresi,
ilişkinin olgunluk evresi,
ilişkinin ileri evresi,
ilişkinin daha ileri evresi,
ilişkinin duraklama evresi,
ilişkinin düşüş evresi,
ilişkinin lale devri evresi,
ilişkinin tükenmişlik evresi,
ilişkinin bitmişlik evresi,
ilişkinin evlilik evresi.

İlişki muhasebesi, bu ilişki nasıl başladıdan girer, bu ilişki nereye gidiyordan çıkar. Yetmez. Adamın kıçından bi daha girer, ama ordan çıkmaz. Lüzumlu haller dışında İlişki muhasebesinin önündeki camı kırıp düğmeye basmayın. Lüzumsuz kullanları mutlaka cezalandırın.

Neyse, neler neler yazacaktım. Yine konuyu saptırdım.

Mevzuya dönüyorum:

Oluşturduğum altlık sizi ne kadar tatmin etti bilmem, ama Tehlikeli İlişkilerle de iş bir yılı geçince ben de doğal olarak ben de yine karıncalandım. Öyle bir terbiye edilmişim ki, "yıldönümü geldi, topla g.tu oğlum T.İ. diye". Tehlikeli İlişkiler de beni sıkboğaz edecek gibi hissettim. Ve evet, sağlıklı bir erkek tepkisi verdim. Yani, hayatıma başka bloglar girdi. Belki onlar Tehlikeli İlişkiler kadar güzel değillerdi. Ayrıca onlarda o kadar emeğim de yoktu, keza onların da bende. Ancak mevzu zaten bunlar değildi. Başka bloglarda, farklı konularla ilgilenme fikri daha güzel geliyordu. Üstelik de kısa kısa. O bloglardan da çabuk soğuyordum. Kısacıklardı, mikro bloglardı onlar. Bir nevi quickie! Tek cümleden oluşuyorlardı. İsimleri twit'ti.

Tövbe ettim, twit yok. Bence şimdi yine Tehlikeli İlişkiler zamanı, kod adını bile bilmediğiniz çok kadın, onlarla ilgili anlatacak çok şey var.

Bu post'u lütfen bir geri dönüş mektubu olarak kabul ediniz.

Sevgilerimle
T.I
 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket