10 Temmuz 2010 Cumartesi

So tell the girls that I'm back in town - Mia.

Hiçbir zaman tuhaf birisi olmak istemedim. Ancak bu tabii ki tuhaf isteklerim olmayacak anlamına gelmiyor. Şu sıralar kafamdaki şeyleri bir döksem, kesin tımarhanelik bu herif dersiniz. Sonumuz hayrolsun. Murphy kanunlarının çok basit bir çalışma prensibi vardır, şunu der Murphy kanunları: Olm yakalamiym, çok p.s skerim!

Resmen öyle bi’ durum var. Billie Jean’den ayrıldım. Arjantin Almanya’dan dört yedi. Üzgünüm. Diego Armando Maradona’nın gözleri yaşlı. Kaybedince hüngür hüngür ağladı adam. Biraz da bana üzüldü tabii, beni taktı kafasına. Üstüste verdik acıyı verdik acıyı çocuğa diyo. Zaten ayrıldı, bi’ de biz vurduk. Armando! Kaybetsen de canımsın. Boşuna sevmedik biz tangocuları! Bu ince davranışa verilebilecek tek bir cevabım var.

“Arjantin aglama bana
Ben seni hiç birakmadim
Kavak yelleri estiginde hep yanindaydim
Yanında kaldım”



2014 bizim yılımız olacak Armando! Topla kendini, hiçbir yere gitmek yok!


Gelelim mevzuya. Yani “So tell the girls that I’m back in town” mevzusuna. Şimdi ben “officially available” oldum ya, biraz ondan kaynaklı bu şarkının gündeme gelişi. Akşam dışarıda arkadaşlarla buluşmuştum. Ortamları kokluyorum, bol bol notlar alıyorum filan. Didit didit mesaj.

From: Lafonten,
Diyor ki: “So tell the girls that I’m back in town ha? Yürü be kanka”.

"Ulan Dallamyus, işin gücün yok mu benle uğraşıyosun" dedim içimden.

Şöyle de bi cevap yazdım“So tell the denyos, that I’ve never left the town” .

Bana bir erkek nerede kaybeder diye soracak olursanız. İşte tam burada kaybeder derim. “Gereksiz karizma yaratma” çabasında. Kadınların gözünde erkeği en bitirici hareketler, çakma karizma çabalarıdır. Hemen anlar kadınlar. Hemmen. Misal bir erkek sevgilisinden ayrıldığında, bu şarkıyı dinleyerek moral buluyorsa, o adam bitmiştir bütün kadın camiasında. Ancak kendisinin haberi yoktur. “So tell the girls that I am back in town” (Türkçesi: Kızlara söyleyin, şehre geri döndüm!). Var böyle tipler. Çok var.

Yok yaa. Geri dönmüş. Kızlara haber verelimmiş. Oldu abi, bi de sana verelim olmadı, canın sıkkındır şimdi senin. Erkekler kendilerini komik duruma düşürmeyi bir iş zannediyorlar bazen. Şehre dönmüş! Hasbam. Ya arkadaş neymişsin sen ya? Karıkız da seni bekliyo' di mi? Önceden haber salalımmış. Madem böyle süpersonik tuttuğunu şaapan bi arkadaşımızsın niçin biz haber salıyoruz. Biz sana yanaşalım da sen yaşat bizi. Ne o öyle mahallenin bohçacısına git yandaki konağa bi bak bakalım gelinlik kız var mıymış gibi bir çaba, anlamadım ki. Eskidenmiş o işler. Tellioğulları haber salsın da Daver Bey’in kızını ona rezerv etsinler. Oldu canım, yeşil vadiyi de verelim mi?

Böyle hırbo hırbo şarkılarla, yok efendim mahalleye haber salın, bizim oğlan şehre dönmüş gibi safsatalarla uğraşmak yerine, şehri hiç terk etmemek lazım. Şehirden kastım, daha çok antenler aslında. Antenler hep açık olacak, o kadar. Terk etmeyeceksin şehri. Olur da şartlar ille de ama ille de şehri terk etmeyi gerektiriyorsa... Neydi lan o balık, hani kuma gömülen. Onun gibi olmak lazım. Üzerinde ne olup bittiğini bileceksin. Sağından ne geçti, solundan ne geçti, üstünde neler oluyor. Hepsinden haberin olacak. Seni bilenler görebilecek, gerisi görmeyecek.

Kod adı Mia. Bu kod adının sebebi Woody Allen’ın Mia’sı mı? Biraz evet. Bence, zamanının en güzel kadınlarından. Zamanının güzelliği denince budur. İnanmıyorsanız aha da bakın:

Güzellik

Daha da güzellik
Benim gibi bakmaya doyamayanlar için 2 resim daha seçtim: 1, 2

Benim Mia’nın genel havası ve duruşu ona çok benziyor. Sanki 70’lerden fırlamış gibi. Saçları da kısa. Çok uzun zamandır saçları kısa bir kadından etkilenmemiştim. Kısa saç bana göre çok iddialı gözler ister. Saçlarını kısacık kestiricek kadınlara uyarı: Gözler kocaman değilse, hiç girişmeyin. Saçlar zaten kısa, e bi de gözler de çipil olunca japon çüküne dönüyor surat. Benden söylemesi.

Neyse,
Mia’ya döneyim ben. 1,70 boy, ince, hatta azıcık kemikli kasa. Sigara da içiyor. Uzun zamandır sigara içen bir kadından da etkilenmemiştim. Tek kelimeyle anlat derseniz duru birisi derim. Bembeyaz.. Genelde çiçek kokusu bazlı parfümler kullanıyor. Bu zamandan birisi gibi değil. Sanki 70’lerde dondurmuşlar, az evvel de uyandırmışlar filan gibi. Çok hoşuma gidiyor o havası. Sigarayı bile o kafayla içiyor. Eskiden bilinmezmiş ya ne boktan bir şey olduğu, sonradan sonradan çıkmış hep. “O kadar da zararlı değil ki” diyor içerken. Saf bir yanı var. Yahu o kadar da zararlı değili mi kalmış. İçtiğin paketin üstünde çükü düşmüş, ciğeri paramparça olmuş adam resmi var. Daha ne olacak ki. Yine de o saflığının genel havası hoşuna gidiyor insanın. Mia’dan hiç haberim yoktu, tamamen tesadüfler üzerine oldu her şey desem. İnanmayacaksınız. Değil zaten. İnce bir çalışmanın ürünü. Lafonten’in bir arkadaşının arkadaşı Mia. Lafonten’in kedi olalı tuttuğu ilk fare diyebilirim. Kafamın bozuk olduğunu bildiği bir akşam. Gel lan erkek erkeğe muhabbete dediğinde bir yere gitmiştik. Mia o sırada tesadüf eseri Lafonten’i aradı. Uzun zamandan beri hep söylüyordu zaten Lafo, çok süper bir kızla arkadaş oldum seni bi türk. Yakın bir yerlerde çıktık. Gelsene melsene dedi. Mia da bir arkadaşıyla geldi. Üzerinde havanın soğukluğuna rağmen sarı beyaz askılı bir elbise vardı. Şimdi hemen kızla orada buluşmam için Lafonten’in kurduğu bir tezgah diye düşünebilirsiniz. Alakası yok. Tanıştık sohbet ettik. Birazcık da içtik.

Bazı kadınlar kadınlar vardır. Hiç kur yapmazlar. Ya da şöyle diyim, kur yaptıkları hiç anlaşılmaz. (İkinci seçenek daha doğru gibi görünüyor tabii.). Mesela, Mia’da bir bakış yakalıyorum. 10 numara! Aha diyorum, tamamdır bu iş. Sonra iki dakka sonra bir bakıyorum yanındaki kız arkadaşına da aynı şekilde bakıyor. Başta da dediğim gibi azıcık saf bir hava. O yüzden öyle hissetiriyor. Yoksa her kadın birbirinden şeytandır bu konuda, tabii ki biliyorum. Normalde uzatmayı sevmem. Ancak o gece Mia’nın kontakt bilgilerini almadım. Ertesi gün Lafonten yine bir organizasyon planladı. Az kişi. Lüferkız’dan ayrıldıktan sonra aslında kendi de Sapinto aslında garibimin ama, benim için çalışıyor. Koç koç! İkinci buluşmada, Lafonten için de güzel gelişmeler oldu. Çünkü Mia, Melly’le beraber geldi. (Adı Melda olunca, Kod adı da Melly oluyor, yapacak bir şey yok. ) Mia da Melly en az 7,4. Melly biraz bussinnes kasa. Keskin hatlı bir kız. Burnu ve çenesi sivri. Bussiness kasaya hep yakıştırmışımdır sivri hatları. Neyse hal öyleolunca güzel bire double date’e dönüştü olay. Hanımlar bir ara masadan kalktıklarında

Lafonten’e dedim ki,
- Olm süperiz lan. Sessiz ve derinden gidiyoruz. Neydi lan o balık, onun gibi. Ah bi’ de şu maymunluk dozajını biraz azaltsan karıya aşirin gözükücem diye süper olacak. Benim de dengemi bozuyosun.
- Maymunluk diil olm o, masanın gazını alma. Anlamadığın işlere karışma.
- Peki Lafo.
- Aha geliyolar.

Mia’nın üzerinde çok güzel bir elbise vardı. Günlük ama çok şık. Melly daha bir resmiydi. O da güzeldi. Mia belli ki çok düşünmüş gelmeden önce ne giyeceğini. Eminim en az bir iki saati var aynanın karşısında. Bu her detaydan hissediliyor. Kıyafetini seçerken ve evden çıkmadan önce bütün tikler atılmış.İlk buluşmaya giderken fazla süslü olmasın,
  • Çok açık olup fazla davetkar olmasın
  • Azıcık da olsa iddialı bir durumu olsun, alelade de olmasın
  • Öyle aşırı hanım hanımcık da olmanın alemi yok
  • Kara kara iç baymayayım, azıcık şöyle renkli olsun
  • Aksesuarlarım şıngır şıngır olmasın, ama özendiğimi de belli etsin

Bir kadının gardrobunda bu tiklerin hepsini atabileceği kıyafeti ve kombinasyonu yaratması su içinde iki saattir. Bravo Mia’ya.

Hanımlar masaya döndükten sonra ilginç bir tatil planı çıktı ortaya. Acaba olur mu olmaz mı derken giderek daha mantıklı olmaya başladı bu plan. Çok mutluluk verici bir gelişme. Önümüzdeki hafta tatildeyiz. Tatil için şöyle bir konsept yarattık. İnternet, bilgisayar, iş, güç hiçbir şey olmayacak. Tamamen deniz, güneş, eğlence, ... .
Önümüzdeki hafta dünyayla iletişimimi keseceğim (Hiç bana uygun değil biliyorum, ama kuralları öyle koyduk.). Yukarıda şey demiştim.

“Kod adı Mia. Bu kod adının sebebi Woody Allen’ın Mia’sı mı? Biraz evet.”

Tamamen evet değil, biraz evet. Çünkü Mia aynı zamanda Missing in action da demektir. Eğer bir asker görevi sırasında piyasadan kaybolmuşsa, kendisinden haber alınamıyorsa hiçbir şekilde ortalıkta görünmüyorsa onun için missing in action tabiri kullanılır. Bu tatil de Lafonten’le ben için biraz mia olacak. Melly ve Mia için de tabii ki.
Lafonten’e dedim ki, “Ulan büyük adamsın ha! 2 haftada kuyudan çıkardın beni. Kralsın. Çok da süper eğlenicez gibi geliyo bana. O kadar sessizliğin sonu süper olacak. Neydi lan o balığın adı. Vatoz vatoz!

Olm Lafonten! Kuma yattık bekliyoruz, ses yok faça yok! Aaaniden çarpacaz!

2 Temmuz 2010 Cuma

Yüksek Duvardan Şuursuzca Atlamak - Simge & Billie Jean

Çocukken, sokakta size kesin şekilde yasaklı olan bir şeyi yaptığınız çok olmuştur. Örneğin bilmemneredeki yüksek duvardan atlamak. Anneniz sizi o duvarın çevresinde bile görse tüyleri diken diken oluyordur. Özetle oradan atlamak ya-sak-tır, ama o sırada sizin çocukça dünyanızda oradan atlamak da çok önemli bir statüdür. Bu dediğimi erkekler çok daha iyi anlarlar sanırım.

Neyse, duvara dönüyorum. Bu duvar yüksekçe bir duvardı. Hani aşağı bakınca bile insanın içini kıpraştıranlardan. Duvarın efsane hikayeleri çocuklar arasında çoktan üretilmiş. “Bu duvardan 15 sene önce atlayan bi çocuk düşmüş ölmüş. Hatta onun ruhu var burda”, “Yandaki apartmanda Neriman Teyze var ya, onun yeğeni gelmiş üç sene önce, atlamış buradan. Bacağı kırılmış, 6 ay alçıda kalmış.” (Tamamen anneler tarafından üretilmiş bir kontra hikaye. Olur da bi çocuk Neriman Teyze’ye sorarsa. O da.” tabii tabii, 4 yerinden kırıldı bacağı” diyor.) . Çocuklar duvarın adını kendi aralarında çoktan takmışlar. “Ölüm Duvarı”.

Annelerin tamamı da bu saçmasapan takıntıyı bilir. Sizi her sokağa saldığında, “Ama o yan bahçenin duvarından aşağıya atlamak yok tamam mı?” der. Söz alırlar.
Olur da biri atlarsa bunun çocuklar arasında çok büyükbir haber değeri vardır. Şöyle bir olay olabilir mesela.

Mahalleden bir çocuk: Serkan ölüm duvarından atlamış lan dün.
Diğer çocuk: Bizim gözümüzün önünde atladı. Hiçbişi olmadı.
Mahalleden bir kız: Ben görmeden inanmam.
Diğer Çocuk: Yok yok. Atladı atladı.

Sonra Serkan gelir. Hiçbir şeyi yoktur ha p.çin. Ancak ben atladım, siz sakın atlamak gibi bir gaflette bulunmayın gibi, bu iş öyle her babayiğidin harcı değildir gibi konuşur. İyice korkutur sizi. Yaptığı kahramanlığın değerini arttırır. Gece öyle bir ağrıdı ki, ben hayatımda böyle bir acı çekmedim. “Neresi acıdı lan?” sorularına vücudunun saççmasapan bir yerini gösterir. Ya da,

- Gece var ya ordan atlayıp ölen çocuğun ruhunu gördüm olm. - Hadi lan! - İster inan ister inanma! İster inan ister inanma!

Bu ister inan ister inanma da çok kilit cümledir. İlle de tercihini ilan etmeni gerektirir. Mavra olduğunu düşünürsün. Ancak öyle de bir dinlemek istersin ki bu isteğinin önüne hiçbir şey geçemez.

- Tamam lan inanıyorum, anlat. Ne dedi sana? - Hiçbir şey demedi. Göründü sadece. Gece camdan bakınca bembeyaz bir şey duruyordu duvarın orda. Tam ucunda.

Hay .mını s.ktimin duvarı ya, ne duvarmış arkadaş. Herkes çocuğun ağzının içine bakıyo lan. Bütün kızlar da nası dinliyor ya şu g.tüboklu hayalet hikayesini. Ya ne yaptı ki bu herif lan. Duvardan atladı sadece. Güzeller güzeli Simge bile ağzının içine düştü herifin. Atlasam mı lan bende! Çok da yüksek s.çtımın duvarı. Oooof of. Atlanır mı lan ordan. Serkan senin ağzına s.çim.

Artistlik olsun diye demiyorum. Hiçbir zaman, böyle aşırı irrasyonel şeylere inanan bir çocuk olmadım. İyi kötü farkındaydım o zaman o duvardan atlamanın ne kadar hıyarca bir şey olduğunun. Ancak vaziyet fena. Ölüm duvarından atlamadan da erkek olunmuyor. Ya hani sünnette anlaşmıştık? Hani genel tanım şunlardı. “Sünnet olmadan erkek olunmaz.” bu bir. Tamam, kestirelim! “Askere gitmeden erkek olunmaz.”. Bu da iki. (Tamam şimdi çok saçma kriterler olduğnun farkındayım tabii ki. Ancak o dönem şartlarında düşünmek gerek. ) O an için kendime bakıyorum. Sünneti halletmişim o dönem, tık, rahatım. Askere de daha çok var. Rahat olmam lazım. E peki, bu. s.ktimin duvarı nereden çıktı yaaa! Resmen bi daha sünnet olmak gibi bir şey, resünnet.

Çok saçma olduğunu bile bile o duvardan atlamaya karar verdim. Hem de herkesin önünde atlayacaktım. Simge’yi de bir fotofiniş hakemi gibi en hakim yere koyacaktım. Ancak tabii ki, eşeği sağlam kazığa bağlamak lazım. Bende yanlış yok. Önce bi’ kendim denemeliydim.



Herkesin içinde başarısızlık yaşamamak için bir cumartesi sabahı en süpersonik havalı ayakkabılarımı giyip kimsecikler yokken ölüm duvarının oraya gittim. Şöyle bir baktım, lan amma da yüksek dedim içimden. Kendimce çocukça taktikler yaptım. Aşağı inip tam düşeceğim yere biraz çimen filan serpiştirdim, zemini düzledim filan (Aslında korku boku selanik, atlama zamanını geciktiriyorum işte) Çıktım tekrar yukarı, baktım aşağı, çimenle biraz daha sevimli oldu toprağa göre. Ruhen atlamaya daha yakınım. Atlarım atlayamam. Atlarım atlayamam. Derken, bi anda bıraktım kendimi. Tabanlarımın yere değdiği anda vücudumda hissettiğim şeyi size nasıl anlatsam, tam bir ”zınlamaydı”. Zın zın etti bütün bacaklarım, kemiklerim. Beynim kafatasımın içinde zınladı. Sonra da dizlerimi vurdum yere sertçe. Şöyle bi durdum. Bir yerim acıyor muydu? Hayır. Atlamıştım. O adrenalinle ne yapacağımı şaşırdım. Hemen büyük atlayışı planlamaya başladım. Aşağıdan atlayışın görülebileceği en iyi yeri belirledim. Simge buraya geçer, buradan izler dedim içimden. İ.ne Serkan da yukardan baksın da atlayış görsün. Ayrıca o p.zevenk ruh da davetlim. Hani o Serkan’a gece görünen. O da gelsin. Hırbo!

Atlayışın 5-6 dakika sonrası muzaffer bir eda eve dönerken, bacaklarımın önünde bir ıslaklık hissettim. İkisinde de... Bir baktım. Pantolonumun iki dizi de fexi şekilde yırtıktı. Dizimden bacağıma doğru da kaval kemiğim boyunca oluk oluk kan akıyordu. Çorabımın bacağımı saran latiği kıpkırmızı. İnanılmaz kanıyordu. Aha dedim anneme babama ne diyeceğim. İnanın acısında hiç değilim. Nasıl söyleyeceğimdeyim. Oluk oluk kan akıyor. O heyecanı hala hissederim. Korkumdan eve gitmedim. Bizim eczacı bir abla vardı. Eskiden eczaneler daha bir oturaklıydı. Eczacılar doktor gibiydi. Ya da benim gözümde öyleydi ne bileyim. Hiç unutmam. Eczacı Berrak Teyze. El kadar çocuğum. O halimle gittim eczaneye.

Dedim “Berrak Teyze, Y.rrak gibi çakıldım. Kurtar beni.”

Çok candan bir eczacıydı. Çaktı hemen pansumanı. Bütün işimi gördü. Anneme söylemeyeceğine de söz verdi. 5 kuruşumu da almadı. Gerçi anneme ötmüş. Ama tabii ki şimdi düşününce haklı buluyorum onu. Eczaneden tırıs tırıs eve dönerken, bir daha atlamama kararı almıştım bile. Kimseye atladığımı da söyleyemezdim. Hem inanmazlardı hem de ne o öyle, herif atlayıp ruhlarla görüşmüş filan büyük karizma yapmış. Ben bi atlamışım .mı g.tü dağıtmış bir haldeyim.

Eczacı Berrak Teyze dahil kimse bilmedi oradan atladığımı. Simge de bilmedi. Anneme yakalamaç oynarken düştüğümü söyledim, konu kapandı. Annem ilkyardım işimi kendim halletmemi takdir bile etmişti. Salak kahraman.

O günden sonra o atlayışı çok kez düşündüm. Alenen akılsızca bulduğum bir şeyi yapmıştım. Sonradan bu bana hep çok gurur kırıcı geldi. Biraz daha aklım ermeye başladığı zaman bu olayı tekrar tekrar analiz ettim. "Aptallaşma oğlum T.İ" diye defalarca kez telkinde bulundum kendime. Neredeyse hepsinde de başarılı oldum. Ondan sonra duvardan atlamaya yakın gibi saçmalıklar yapmadım mı kadınlar için? Kesin yaptım. Ancak en azından bir kişinin çıkarı olmasını gözettim. Bu örnekteki kadar kimsenin işine yaramaz bir şey yapmadım. Hiç o kadar salaklaşmadım, salakşamam da. Yoksa işin fedakarlığında değilim. Gerçek bir fedakarlık olsa düşünürdüm, bir tek kişinin bile hayrına olacak bir şey. Simge duvardan atlamamı hiç istememişti zaten, ya da bana hiç böyle bir arzusunu söylemişti. Bu hikayede Simge masumdur. Billie Jean için ise çok üzgünüm. Bundan böyle
"Billie Jean is not my lover"dır.
"She is just a girl"dür.
 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket