28 Ekim 2009 Çarşamba

Erkek arkadaşı olan bir kıza yazma - Hulahop!

Hafif duygusal girizgah (isteyen okumadan atlayabilir):
Tehlikeli İlişkileri yazmaya başlarken biraz tereddütlüydüm. Kendini çok tekrar eden bir şey olsun hiç istemiyordum. Bundan büyük bir kendine ihanet olamaz benim için, en nefret ettiğim şey. Zaten okuyanlar ne kadar "karıncalı", monotonluktan tiksinen birisi olduğumu anlamışlardır. Düşününce, konu kısıtlı gibi geliyordu, her şey ilişkiler üzerine. "Bu kaçınılmaz T.İ" diyordum ki yazdıkça daha yazılacak bir sürü acayip şeyin olduğunun farkına varıyorum. Bu sefer yazacağım konu da çok hassas. Yazmasam olmaz cinsten. Katılım beni sevindiriyor, herkese teşekkürler. Gerçi biraz sert mailler de almıyor değilim ama no problem.

Şimdi yazacağım şey, pek üzerine yazılıp çizilmemekle beraber çok yaşanılan bir konu. "Erkek arkadaşı olan bir kıza yazma".
Bir kızı beğenirsin, "üff" dersin kii... Bir dış ses kızı bir anda kızı bir fanusun içine alıverir. "Onun erkek arkadaşı var!". Rınnn rın, rınnn rın. Rın rın rın rın rın rın rın rın [Jaws, sayarak yazdım].

Erkeklerin ve kadınların bu konuya bakış açılarını karşılaştırmalı olarak yazmak istiyorum. Sonra başımdan geçen bir hikayeyi anlatacağım. Bu konuda, yani "available" olmayan bir karşı cinsi ayartma konusunda, kadınların sabıkası erkeklerinkini 40'la katlar. Yaşadıklarımdan biliyorum. Sebepleri çok basit.

1- Erkekler daha kolay baştan çıkarlar, daha kontolsüz ve daha samimidirler.
2- Kadınlar, bir erkek tercih edildiyse vardır bu herifte bir hikmet demeye yatkındırlar. Bu onlar için erkeği daha çekici kılabilir.
3- Erkeklerse bir kadın başka bir erkekle beraberse, var bu karıda bir hikmet demezler. Hikmetle değil, nimetle ilgilenirler. Ne görüyorlarsa ondan etkilenirler. Başka bir erkekle beraber olması bir çekicilik kriteri genellikle değildir.
4- Kadınlar birbirleriyle rekabeti severler. Erkekler nefret eder.
5- Kadınların rekabeti soğuk savaşa benzetilebilir, erkeklerinki sıcak temasa.
6- Değil yoksaymak, erkekler genel olarak bu durumdan hoşlanmazlar. Ben de dahil. Sebebini tam açıklayamıyorum, ancak sebebinin bir "delikanlılık raconu" olmadığını çok iyi biliyorum. Başka bir durum var. Yani sonuçta tabii ki özgürlükten yanayım. Herkes istediğini yapabilir. Herkesin kendi tercihleri olabilir.

Olay 2008 yılının ilk yarısının sonlarına doğru vuku buluyor. Bir gece bizim tayfayla, Lafonten, Tufan, İlker filan rakı muhabbeti yapalım demiştik. Ayıkken futbol, biraz olunca kadınlar... Lafonten'in seksomanyaklık derecesindeki komik hikayeleri, benim Bıcıbıcı'ya basılmam, eskiler meskiler çok tatlı bi muhabbet. Masada muhabbet süper. Ufak bir ayrıntı. Erkek muhabbeti hemen güzelleşmez. Yumuşaması lazımdır. Ancak doğru kıvamı da tutturdu mu tadından yenmez. Güzel bir evresi vardır. Herkesin kulak memesi kıvamına gelmesi durumu... İnsan o muhabbet hiç bitmesin ister. Ancak o muhabbet de en çok bir saat sürer. Çünkü biraz daha içersin ve gerisi saçmalıktır. Ben kulak memesi kıvamına geldiğimde başka memelere yönelmek adına genelde kesmekten yana olurum... Kader işte o gece de bi noktadan sonra konu hep bu erkek arkadaşı olan kadınlar, aldatmak maldatmak ekseninde dolaşmıştı. Saçma sapan konuşmuştum. Bazen yapıyorum öyle, salak salak konuşup sonra konuştuklarımın dönüp dolaşıp lak diye bana girmesi için gerekli zemini hazırlıyorum.

Erken başladığımız gecede saat 9 civarı kulak memesi kıvamına gelmiştik. Gayet erken yani.

O ihtiyarlar hadi biz dönelim ne yapacağız falan filan derken ben onlarda hayat olmadığını anlayıp başka bir arkadaşımı aradım. Taksim'de bir yerin terasında muhabbet ve eğlence halinde olduklarını söyledi, davet etti beni de. Ben de Ortaköy tarafından atlayıp bi taksiye gittim. 8-9 kişilik bir gruplardı. 2 tanesini tanıyorum. Ancak 6-7'si de bi' şekilde daha önce bir yerlerde gördüğüm mördüğüm insanlar. Düğün, başka bir arkadaş toplantısı vs. Tanımıyorum. Aşinayım. Ancak tanıyorum diyemem. Gider gitmez bir tanesi vardı ki, niye daha önce aşina olmadığıma hiç anlam veremedim. Mekana vardığım gini tabi ilk 10-15 dakika şu şekil baktığım için çevreme:

ilk 15-20 dakikam. Benim de işim zor. Dünyaya bu gözlerle bakmak.


Hulahop'un üzerinde renkli bir elbise vardı, fuşya gibi bir renkte. Beli kemerli, bakın belim ne kadar ince görün diye cümle aleme ilan ediyor kemer. Pürüzsüz bacaklar ve ayakta alçak topuklu, önü babet gibi olan ayakkabılar. 1,63, 7,4. KGG (kıyafete göre güzellik) etkenini de koyunca 7,6'ları görüyor. Etek boyu kısa, bacaklar düzgün ve pürüzsüz. İnce bir ses tonu, kocaman bir gülüş. Kestane saçlar, upuzun kirpikler (bu kadınların kirpik olaylarını çözemedim. Hakikaten bazıları ok gibi oluyor. Sahtesi de zor anlaşılıyor. Niçin bütün kadınlar yapmıyorlar ki, ne kadar değiştiriyor kadını kirpikler)... O gece orada böyle "biz çocukken" mii, "when i was a little child" mııı, saçççma sapan bi konsept varmış. Öyle bir parti. Bunlar o yüzden biraz böyle fuşyalar sarılar marılar. Çocuk bahçesi gibi. Ortam felaket, sanarsınız kreş .mına koyim. Kızlar bir de böyle durumlarda "şımarık" bir çizgiyi severler. Hiç sevmediğim işler. Ogucuk mogucuk. Daha şirin şeker olduklarını filan düşünürler. Ben zaten Hulahop'a kilitlendim. O da farkında. O da bana bakıyor. Ben hamle edemiyorum çünkü ortam çok vıcık. Lan çıksam piste miste hepten biticem. Trilay lay lay, tiri lay laaaay, tiri lay lay looom. O filan çalıyo. Derken nerden geldiğini bilmediğim hulahoplar geldi. Pistte kızlar erkekler herkes hulahopları kapışıyor (yahu er kişi niye orda hulahop alır çevirir beline anlamıyorum ya neyse). Bu var ya, hulahopu bi' aldı, bi' çevirmeye başladı. Ben kendimden geçtim. Hipnotize oldum resmen. Artık nası bi hal aldıysam, arkadaşım yanıma geldi, ve o cümleyi kurdu. "Olm onun erkek arkadaşı var, hem de kim biliyo musun?". Ben hemen "Söyleme!" diye çıkıştım. Bir şey olacaksa zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Cidden istemiyordum erkek arkadaşının kim olduğunu bilmek. Hele ki tanıdık çıkması, hiç. Bu arada, ben arkadaşımla konuşuyorum, benimki, iki eli havada, el bilekleriyle hulahopu çeviriyo, çevirirken yavaş yavaş beline doğru kaydırıyor. Artık bakmakta sakınca yok herkes bakıyor zaten.



Tabii ki frene bastım. Yavşaklığın alemi yok. O basmadı ama, yanıma filan geldi. Ortak arkadaşları konuştuk filan. "Ne mezunusun? Sikko Üniversitesi! Aaa orda benim bi Osman vardı, senin yaşlarda." Ne tırt muhabbettir bu ya, ama iş yapar :)
Uyarı atışından sonra yeminle ben hiçbir hamle yapmadım. Önceki baktıklarım yetti sanırım. O geldi yanıma, muhabbetleri o açtı. Bir noktadan sonra beni telefonunu almak durumunda da o bıraktı. Kadınların bazı konulardaki ustalıklarına hayranım. İş için gelirsen haberim olsun (plaza çalışanı, arada gittiğim bir yer) gibi bir şey dedi. "Bizim güvenlik filan sıkıdır, hatta çoğu zaman sinir ederler insanı, o yüzden gelince beni mutlaka ara.." gibisinden bişi dedi. Ara dedikten sonra da bi es verdi, resmen al telefonumu diye. Ben de aldım. Yazdım Hulahop diye. Ertesi hafta oraya işimi düşürdüm. Aradım. Bir de bussiness kasa halini görünce zaten, bendeki his aşka dönüştü. Onunla hiç erkek arkadaşı varmış gibi konuşmadım. Sanki ben hiç bilmedim o hiç söylemedi. Beni bayağı bir etkisi altına aldı kız. Gözüme uykular girmez oldu. Nasıl güzel kız ya, ne tatlı kız anlatamam. Kendime gelemedim birkaç hafta. Yattık kalktık. Kaçamak bir tatil bile yaptık.Ben bir sevgili ilişkisine de girebilmek istiyorum, ancak onun ilişkisi de bir şekilde buna izin vermiyor. Haklı bir durum. Kesip atamayacağı bir dolu şey var. Ben de kendime güvenemiyorum açıkçası, o şimdi bilmemkaç yıllık ilişkisini sonlandırıcak, ben de 2 ay sonra karıncalanıcam. Çok kendime güvenli bir şekilde çıkamadım hiç Hulahop'un karşısına. Kendimi bildiğimden, kötü niyetimden değil. Cool tavrımı sürdürdüm ama o cool tavır bir iki ay işte. Ondan sonrası sünepelik olacaktı. Gerçekten her şeyi o istediği için yaşadık. Ben belirleyici değildim. Sonrasında kestik irtibatı.

O istedi, ben de hayhay dedim.

O demese, ben diyecektim. Hala aklımdadır Hulahop. Evlenecekmiş. İnşallah çok mutlu olur.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Başlamadan biten ilişkiler... Almak vermek!

Koca koca profesörler çıkıyorlar televizyona, billboard'lara. Ne diyorlar? Sorarım size. Ne diyorlar? Alın, verin diyorlar. Alın verin, bu kadar basit. Bu reklamlardan kadınların alacağı çok ders olduğunu düşünüyorum. Bu güzel hayat görüşünü ekonomiyle sınırlı tutmak büyük haksızlık. Alın, verin, .....'ya can verin. Alın verin ekonomiye can verin. Alın verin, endüstriye can verin. Alın verin, T.İ'ya can verin.

Yazıya böyle başladım çünkü,
Daha önce de söylemiştim. Kadınların, seks yapmayı erkeklere karşı bir koz olarak kullanmasına acayip sinir oluyorum. Bu n'iye böyle olagelmiş yıllardır ya, nası bi saçmalıktır bu. İnsanlık buna nasıl dur dememiş inanamıyorum.

Bir Türk filmi vardı, Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Halit Akçatepe, Halit Akçatepe'nin şişman karısı, Perran Kutman... Bir apartman, apartmanın sakinleri şu kadrodan oluşuyor: Leyla'la Mecnun, Ferhat'la Şirin, Kerem ile Aslı, bi de Karacaoğlan tiplemesi vardı. Komik bir filmdi. Vallaha da buldum afişini.

hatırlar mısınız?


Filmde habire Leyla'yla Mecnun tartışıyordu, onların ilişkilerinden çevre ilişkiler de etkileniyordu filan. Sonra büyük bir tartışmanın ardından büyük bir kopuş yaşıyorlarlardı. Bu büyük kopuşla beraber Leyla (Hülya Koçyiğit) nezdinde kadınlar, Mecnun (Deli Kadir) nezdinde de erkekler birleşip birbirlerine savaş ilan ediyordu.
Sonra filmin olayı kadınlar ve erkeklerin birbirlerine türlü ibnelikler edişlerine dönüşüyordu. Erkekler bağırma çağırma, kaynanaya sövme gibi küçük hesaplar peşindeyken kadınlar cezayı kesiyordu: Seks Ambargosu!
Kafalarımıza kazınan şeye bak. Kadınlar, erkekleri seksle terbiye eder.

Bu kadar kıvranmamın, bu konuları açmamın sebebi açık. Çünkü geçen hafta resmen am demeden ambargoya tosladım. Bir kızın peşindey(d)im. Bu aralar kafayı taktım. Birkaç haftadır bir acayip yazılar yazmamın da sebebi de sanırım bu kız. Adı Demet, kod adıysa Mathilda. Adı, Natalie Portman'a benzerliği yüzünden Mathilda kaldı. Fakat adı Mathilda deyince ama akıllar Leon'a gitmesin. Natalie Portman'ın O Boleyn Kızı'ndaki tipine benziyor. Ne güzel kız ya, kafayı yiyeceğim. Ama çok problemli çok. Mahvetti beni. Anlatayım.

Bir arkadaşımın düğününde gördüm. Düğününe gittiğim arkadaşım çok yakın bir arkadaşım değil. Hatta son iki sene içerisinde ilk kez düğününde görüyorum diyebilirim. Evlendiği kızı hiç görmemiştim bile. Düğünlerine gittim. Mathilda da kızın bir arkadaşıymış, ama o da öyle çok samimi bir arkadaşı değil kızın. Kötü şans. Ben zaten bir gördüm "aha dedim tamam". Birkaç kesişmeye rağmen önce biraz alkol alınsın ortam yumuşasın diye bekleyip hamle etmedim. Hıyarlık parayla mı. Bi süre sonra düğün büyük karambole dönüştü. İpin ucu kaçtı. Akılsız başın derdini kim çeker? Djemba Djemba.

Mathilda minyon kasa, 8,1 civarı. Minimum 8,1. Güzel elbiseyle filan adamı ağlatır. Gerektiğinde açarım ensemi boynumu bitirim seni T.İ dercesine bir uzunluktaki, kısa mı uzun mu karar veremeyeceğim kestane saçlar. Hep küçük, güzel küpeler. Acayip çıtı pıtı bir beden. O bedenden beklenmeyecek kadar geniş, ama fena halde zarif yuvarlanarak "sakin ol ve küçük küçük öp" diyen omuzlar. Geniş omuzların daha da ortaya çıkardığı o bel kavisi. Hokka gibi ağız burun, gerdanda bir ben. İncecik bilekler. Genelde elbise, nadiren pantolon bir tarz. Pantolon giyerse de mutlaka daracık paçalar. Hatta paça bile yok hep açıkta bilekler. Tabi havalar da daha soğumadı o kadar gözlemleyemedim. Kışın çizmeci olabilir. [Resim Nat. Portman, güzeller güzelidir valla]

Neyse,

Düğün sonrasında bağlantı köprüleri araştır, araştır. İşin içinden çıkamadım. Ne yapsam damdan düşme olacak. Hiç hiç hiç istemediğim halde facebook'a sarıldım. Ordan da ulaşmak kolay değil ki. Benim manyak arkadaşımın facebook hesabı olsa arkadaşlarıdan bulurum. Ama yok herifin facebook'u. Resmen facebook'tan sondajla buldum çıkardım kızı. Ne yazsam kıro olacak. Düşündüm taşındım: "N'aber Mathilda?" yazdım. Çok adi bi adamım, biliyorum :). Mathilda güzel isim. Çok sıcak. N'iye olduğunu bilmiyorum ama bütün kadınların bu ismi sevebileceğini düşünüyorum, hatta sanırım hepsi seviyorlar. Sıcak bir başlangıç. O da bayılmış zaten kod adına. "Senden n'aber?" dedi ve zorlu maraton başladı. Ben onu Natalie Portman'a çok benzettiğimi, o yüzden Mathilda dediğimi, o gece bir türlü konuşma fırsatı bulamadığımızı filan söyleyip bir iki gün içerisinde telefonunu aldıktan sonra standart prosedürümü uyguladım. Onlarda da biraz zorladı da detaya girmeyeceğim.

Ortak sosyal ortamımız neredeyse hiç olmadığı için bir türlü muhabbet bir ortam yaratamadım. Biraz da ilişki muhafazakarı bir tip olduğunu anladım zaten 4-5 günlük bir süreçte. İlişki muhafazakarı derken ne demek istedim. Onu açayım. Yani, dış görünüş, hal ve hareketler çok modern, fakat iş erkeklere gelince çok tutucu. E tutucuysa iyi diyeceksiniz. Öyle demek istemedim, muhafazakar demek istedim.

Ben iyi niyetliyim. Kızla bir sevgili ilişkisi yaşamak istiyorum. O naza çekiyor. Bunlar kabulüm, yıllardır süregelen prosedürler. İyi gidiyor, "tamam güzelim acayip tatlı bir şeysin sen". Senin kurallarına göre oynuyorum bak derken. "T.İ seninle çıkmaya başlasak bile uzunca bir süre seks hayatımız olmaz" gibi bir laf etti. İnanılmaz sinir oldum. Biliyorum söylediğinin gerçeklik payının olamayacağını, ille bir çaresi bulunur da. Bunu daha başlamamış bir ilişkide bu şekilde konumlandırmasına dayanamadım. O geceden sonra aramadım hiç. O da aramadı. Şimdi biliyorum ki o "Seks yapmam deyinceee, nası soğudu. Neyin peşinde olduğu belli oldu." gözüyle bakıyordur. Ancak alakası yok. Vallahi içimden gelmiyor. Ben kendimi biliyorum. Ayrıca seksin de peşindeyiz tabii, onu seksi bulmasam daha mı iyi ki. Bunu mu tercih eder.


Çocukken bir oyun oynardık. Adam almak için. İki takımın kaptanı çıkar adım alışırdı. Kızlar da lastik oynarken takım belirlemek için kullanırdı. Hoop Güm değil, öbürü. "Aldım verdim ben seni yendim". Aldım verdim oyununda tam adım, yarım adım, bi de buçuklu adımlar vardı. O buçuklar büyük ibnelikti, milim milim gider. Küçücük küçük atılan adımlar son saniyelerdeki olayı iyi ayarlamak için atılırdı. Hah işte ben bu kıza doğru "Aldım verdim ben seni yendim" derken ve adımlarımı 44 numara ayaklarımla kocaman kocaman tam adımlar olarak atarken Mathilda bana o güzel 36'larla hep buçuklu buçuklu atıp ayar yapmaya çalıştı, ve hep "Alamazsın, veremezsin, sen beni yenemezsin"i söyleyen taraf oldu.

Halbuki ne diyor hocalarımız. "Alın, verin .....'ya can verin"
Benden bu kadar.

13 Ekim 2009 Salı

Evlilik, Fazla Kilolar, Tinto, Ortağım ve Tontini,

Ben büyük laflara çok kıl oluyorum. Büyük adamların söylediklerine değil, normal vatandaşın söylediği saçma sapan büyük laflara... Büyük adamlar canımın içi.

Misal Tinto Brass demiş ki "First, I check out the butt"* , Büyük adam. Ona ne uyuz olucam, ne güzel demiş işte. Yani beni sinirlendirip kanı beynime sıçratan Tinto değil, zaten Tinto kanı beyne sıçratmaz, başka yere yürütür. Ancak ben alalede insanların söylediklerine fitil oluyorum.

Örneğin, "Hayatta yaptığın şeylerden dolayı değil; yapmadıklarından dolayı pişman ol" diyen bir insan modeli vardır ya, onlar işte. Lafa bak. Aman aman, amma büyük laf ettin. Y.rrak! Git gırtlakla ya. Böyle 4-5 laf var, onlar dönüyor piyasada, öyle çok fazla da yok. "Çok kadın, hiç kadındır." Vay vay vay vay!

Bana, geçenlerde bu lafların ikisini de benim p.ştoroz ortağım etti. Birini bu sabah sabah bir daha edince ben de fena gıcık oldum. Onun evliliği üzerine yazacağım şimdi.

Aranağme:
Aslına bakarsanız çok severim p.ştorozu. Fakat bu ilişkiler konusunda beni fena gıcık ediyor. Aslına bakarsanız, bu herif iş konusunda benim götümü çok topluyor. Onun bu aşırı düzenli zihniyeti ve insan ötesi sistematik hayatı her firmada olması gereken bir yaklaşım. Fakat ben daha çok iş bağlantısı yapmışımdır ondan, o ayrı. Herkes rolünü kabullendi gibir şey var aramızda. Bu durum konuşulmuyor ama öyle. Çalıştığımız firmalar ilk aşamada önce bi' beni seviyorlar; sonra benden pek haz etmeyip P.ştoroza aşkla bağlanıyorlar. Benden de "iyi çocuk ama biraz..."la balaşayan cümleler silsilesiyle bahsediyorlar :)). P.ştoroz ise tam bir istikrar abidesi. Tabii ki normal hayatta. Yataktaki durumunu bilemiyorum. Önemli not: Bu yazdıklarım ve yazacaklarım kendisini sevmediğim anlamına gelmez. Cidden çok severim, esaslı adamdır. Ama bir şekil o diğer arkadaşlarla yazdığım "gruba" da girmez bu arkadaş. İyi insandır, lafım yok. Hatta benden iyi insandır.

Güzel bir evlilik tasviri

Şimdi kod adlarını vereceğim. Adamın da adı P.ştoroz kaldı. Fakat içim elvermiyor sevgili ortağımın adı da bu blogda P.ştoroz diye kalsın, o esaslı adam burada p.ştoroz diye anılsın. En iyisi ben size kendisinin üniversitedeki gerçek lakabını söyleyeyim: P.ştoroz. Yani gördüğünüz gibi, aslında T.İ alabildiğine masum birisi, götünden uydurmuyor. Peki niye p.ştoroz diye düşünenler için mini bir açıklama: Ya bizim üniveristede çok cins bir hocamız vardı, böyle soruları kendince esprili yazmaya bayılan hocalar vardır ya, onlardan. Ne gereksiz şeyler, Ya Rabbim! Şey tipi hıyar hıyar sorular olur ya, "Fener Galatasaray'a 15 dakkada 1 gol atabilmektedir, Galatasaray'ın kalecisi ise kendini çok kasarsa Fener'e karşı 30 dakika dayanabilmekle beraber Alex çok pis ince görürse gol yemekten kendini alamamaktadır. Alex'in çok pis ince görme olasılığının 1/5 olduğu bir maçta, GS, FB'den kaç yer?" Kahh kah kah kih kih. Bunları yazdı mı komik olduğunu düşünen, öğrencinin ilgisini böyle toplayabileceğini düşünen adamlar. Koca koca da insanlar aslında, hayret. Ya bizim bi hoca da işte bi sınavda horozun ses dalgalarıyla ilgili sıçık bir soru sormuştu. tam hatırlamıyorum horozun sesininin hızı mızı mıydı şiddeti miydiii? Sınavda da yüzlerce kişi içinden bir tek bizimki yapabilmiş soruyu. Horozlu soruyu yapıp kimseye de kopya vermediği için çocuğun adı P.ştoroz kaldı. Yani aslında düşününce bizim ezikliğimiz tabii ama, adı kaldı işte. Yapacak bir şey yok. Ben aslında başarılı insanlara çok saygı duyarım. Böyle çocukça eziklikler bana hiç komik gelmez. Lan herif yapmış bi tek, helal olsun derim. Ama p.ştoroz da yakıştı adama, taşıdı herif. Elden ne gelir. Kendi de kızmıyor zaten. Öyle alıştı ki.

Neyse benim ortağın bir de karısı var. Adını söylemeyeceğim ama kod adı Tontini. Ben takmadım adını. Kendi kahramanlık göstererek aldı o adı. Çünkü lakabı eskiden Tinimiydi. Şimdi sondaki mini gitti, onun yerine başına bir ton geldi. Tontini oldu. Adının başına bir ton geldi, kendisine de 0,03 ton filan gelmiştir herhalde. (30 kg)

Evlendikten sonra kendini salan kadınlar var ya, kendileri de farkında olmadan, dünyadaki en büyük anti-evlilik propogandasını yapıyorlar. Onlar, evliliğin ilişkilerin .mına koyduğunu savunanların ne kadar haklı olduğunun birer kanlı canlı örnekleri. Zaten kilolu kadınlardan bahsetmiyorum. Evlendikten sonra kilo alanlardan bahsediyorum. Bir insan kilolu, kilolarıyla yaşamayı öğrenmiş, güzel vs olabilir. Elbette ki onlara diyecek lafım yok. Ben evlendikten sonra başkalaşanlardan behsediyorum. Kimse böyle bir kadın tipi yok diyemez. Bariz özensizlik göstergesi işte. Böyle bir şey yok abartıyorsun diyen varsa onlara anca gülerim. Evlendikten sonra kadınların aldığı kiloları dünyanın bir tarafında toplasak o 23 derede 27 dakika mıydı neydi o yatıklığın derecesi değişir valla billa. Tinimini, düğün öncesi skalada 6,8 filandı, düğününde kadının yüzüne gelen o pozitif enerjiyle 7,0 dolaylarına yükseldi. Balayındansa 6,5 döndü, aydönümü 6,2, yıldönümü 5,5 derken bir buçukuncu yıl, bir buçuk iskenderle kutlandı ve sonuç: under 5... Karşınızda Tontini. Hadi geçmiş olsun. Elveda Şehvet! Zaten sonrasında çocuk mocuk, elveda özgürlük!


Evlilik konusunda aslında ben çok netim. Ancak yine bir post ayırmayı düşünüyorum bu konuya. Üzerine konuşacak çok şey var.

Yani sevgili ortağım bana "çok kadın hiç kadındır" diyosun da, senin ki de az değil yani. 85 okka çeker gibi geliyor bana. Sorarım sana nitelik olarak çoktan mı bahsediyoruz, nicelik olarak mı?

Yazdıklarımın biraz insanlık dışı gibi durduğunu biliyorum. Yani şişman insanları rencide etme durumundan. Gerçekten içimden öyle bir şey geçmiyor. Sadece gözlemlerimi yazıyorum. Benim annem, kız kardeşim... Hepsinin maşşallahları var. Lütfen samimi gözlemler olarak algılayınız.

Bir de bu var. Kadınlar erkeklerin bu gibi benzetme yapmasından hiç hoşlanmazlar, oysa kendileri derler "duba gibi oldum." diye. Biz deyince kaba oluruz. Sanki kadınların dibi düşmüyor Kıvanç Tatlıtuğ'a. Kadınlar da bakıyor erkekler de... Bu kadar basit. Kadınların tüm bunları genellikle uluorta dile getirmiyor olmaları onları daha masum kılmaz.

Sonuçta herkesin bazı kriterleri var. Erkekler bu kriterlerinden en önemlilerinden birisinin kadının güzelliği olduğunu her zaman belli ediyor. Bunu herkes biliyor. Bunda aşağılık olan ne var anlamıyorum. ma "dış güzelliğe" önem vermek niyeyse saygın bir davranış değil, hatta çok ayıp. Kadınların çok daha ayıplı kriterleri var bence. Ama erkeklerler kadar açıksözlü olmadıkları için kötü duruma düşmüyorlar. (Kadın var kadın var biliyorum, bütün kadınları suçlamıyorum.)

"İyi insan olsun" E bu zaten herkesin default ayarlarında olan bir istek. Var mı ben pis sapık bir herifle ya da cadolozun önde gideniyle beraber olmak istiyorum diyen. Yok. Herkesin default'u iyi insan. Bu default seçeneğin üzerine erkekler üzerine koyuyor,kadınlar üzerine ne koyuyor. Tartışalım o zaman.

Haksız suçlamalardan bunalan ve agresif bir gününde olan sade vatandaş
T.İ


*Tinto Brass'ın sözü "First, I check out the butt" yani diyor ki. "Arkadaş! Ben ilk g.te bakarım."

7 Ekim 2009 Çarşamba

Alet boyutları, alet cinsleri...

Kadınlar erkek cinsel organından sanki bir sopaymış gibi bahsetmeye bayılırlar. Kısa, uzun, şu kadar santim bu kadar inç. Bundan ne zevk aldıklarını çok iyi anlıyorum. Erkeklerde de var çünkü aynısı, aynısı değil de benzeri. Kadınlar, cinsel organ işini inhouse (şirketiçi) hallederler. Erkeklerde ise durum biraz farklıdır. Kadınlarınki şirket içi çalışan iyi bir elemansa erkeklerinki daimi bir freelancer'dır. Kadınların freelancer çalışanları ise göğüsleridir. Biraz daha bağımsız hareket edebilirler vücuttan. Onlar nasıl ki bizimkine sopa, kibrit çöpü möpü derler, biz de yeri gelir onların göğüslerine sivilce gibi deriz, limon gibi deriz falan filan... Bunların hiç birinde kızacak gocunacak bir şey görmüyorum. Olsa olsa alınacak ders olur.

Du bakiym

Bir erkek gözüyle bir durum değerlendirmesi yapmak istiyorum.

Hadi tamam sopaya benzettiniz. Ancak bir sopa, bir odun bile sırf boyuna göre değerlendirilmez. Cinsine bakılır. Meşe mi, çam mı, gürgen mi?

Erkek cinsel organı çok acayip bir şeydir. Bir kere özgürdür, cesurdur, asidir.

Özgürdür çünkü,
Konum itibarı ile tüm vücuda kafa tutmuştur. Ailesine isyan eden bir öğrenci gibi, "benim hayallerim var, içeride duramam" demiştir. Vücudun dışına konuşlanmıştır. Bu coğrafi konum ona her zaman özgürlük tanır. O, adeta biz erkeklerin vücutlarının uydusudur. Vücudumuz dünyaysa, o aydır. Zaten çalışma prensipleri de birbirlerine çok benzer benzer. İkisi de gündüz biriktirdikleri ışığı, gece yansıtırlar.

Cesurdur çünkü,
Senin en çekingen olduğun anlarda bile her zaman ne istediğini bilir ve ona göre bir duruş sergiler. Senin yaşayabileceğin güvensizlikleri çoğu zaman yaşamaz. Ağzın bazı kelimeleri dökmeye cesaret edemezken, inek gibi bi lafı etmek için geviş getirirken, o kellesini giyotinin altına koyuverir, "I am William Wallace" diye haykırır!. Dikkatli bakan bir kadın gözü onun halet-i ruhiyesini hemen çözer.

Asidir çünkü,
Yer zaman dinlemez, adamı rezil de edebilir vezir de. Senin isteklerinle onun istekleri her zaman örtüşmeyebilir. Ters düşebilir yani seninle. Böyle bir durum hiç akciğerlerimle başıma gelmmedi mesela. Çok koşarsam çok oksijen istiyor, yürürsem az. O öyle değildir. Sabah bi kalkarsın haberin bile yok. Senden önce uyanmış. Sanki senle beraber biri daha yaşıyor gibi.

Oysa, o hiç itibar görmez, yine de sevilir hayta. Yani çirkin bir şeyden bahsederken "Ne lan bu y.rrak gibi" deriz, ya da "S.k gibi olmuş lan suratın, kaç saattir uyuyosun" deriz. Bozulmaz böyle şeylere.

Erkekler bunları çoğu zaman dile getirmese de her zaman bu gerçeklerin farkındadır. Doğarken farkında olarak doğuyoruz zaten. O yüzden seviyoruz ve sahip çıkıyoruz. Bu güzel bir şey. İşin aslını bilmeyen bir kadın "yok boyu şu kadarmış, fındık fındık. kih kih kih" dediğinde bu yüzden agresifleşiyor erkekler. Çünkü ona inanıyor ve güveniyorlar. Kendini ifade etme kıtlığı olan bazı erkekler ise "Höööyt salarım 40 santimlik palayı üstünüze", "ne ufaklığı beeee, yat bi altıma da kaç santim olduğunu gör, inikken 5 kalkıkken 55" tadında yaklaşıyorlar. Kadınlar da haklı olarak bununla çok eğleniyorlar. Herifin tekinin çıkıp benimki 35 santiiim diye ortalıkta dolaşması, bir kadının onu maymun ettiğinin resmidir zaten. Düşmemesi lazım erkeklerin bu tongaya. Öncelikle kendi cinsel organlarına saygıdan...

Özgür özgür dedim ama özgür dediysem bir martı da değil tabii ki.
Teşbihte hata olmaz. Ben biraz köpek sahip ilişkisine benzetiyorum bir erkek ve cinsel organı arasındaki ilişkiyi. Ayrı bir karakter kendince ama sahibine göre kişniyor elbette. Köpeğin cinsi de çok önemli, onu da atlamamak lazım.

Şunu bilmek gerekir ki, kadınlar bu köpekleri tasmalamak isterler. Erkekler de özlerinde sadık olmak isterler ama bu köpeklerin hepsinin karakteri aynı değildir. Kimisi tasmayı sevmez.
Köpekleri aşırı severim. Benim de bir köpeğim var, gerçek köpekten bahsediyorum. (O yüzden hayvanseverler, ıyy iğrençsin miğrençsin yapmayın lütfen, sadece benzetme.

Alet boyutlarını hiç gözetmiyorum bu aşağıdaki benzetmeleri yazarken. Sadece karakteristik özellikler. Kaniş derken, küçük bir aletten değil, onun bir süs köpeği olmasından bahsediyorum.

Aletler ve Cinsleri

Pointer cinsi alet:
Birçok kişi dünyanın en iyi av köpeğinin o olduğunu söyler. (Çok rica ediyorum, kadınlara av gözüyle bakılmaz kadınlara kimse girmesin) Gösterilen hedefi gözünden kaçırmamak için fiziksel olarak çok iyi pozisyon alır. Tek başına takılabilir, bol bol antrenman yaparken görebilirsiniz onu, doğasında var çünkü. Daha toplanacak çok çiçek özü var kafasındaki erkeklerde olur.


Pointer

Alman Kurdu cinsi alet:
Sevgilisine "nispeten" sadık erkeklerde olduğunu düşündüğüm erkeklerde var olan alet tipi. Özünde çoban köpeği. Bir sürüyle başetmek ister. Ama sahibinin kontrolündedir. Bu cinsin arasından bazıları evlendikten hemen sonra Danua'ya dönüşür.

Danua cinsi alet:
Güçlü köpektir. Ancak sakindir. Görev bilinci vardır. İyi bir evliliği olan ve güzel karısına sadık adamlarda olduğunu düşündüğüm cinstir. Tasma erkektedir, ama erkek klasik kafalıdır. Kadının içi rahattır.

Rottweiler cinsi alet:
Sevgilisine bu konularda neredeyse hiç saygısı olmayan erkeklerin sahip olduğu alet cinsi. Fazlaca daldüz. Sevgilisini ve hatta çevresini hiç iplemeden daldüz hareket eder. Çevresi derken anne babası, arkadaşları, vs...

Kaniş cinsi alet:
Çok dominant bir kadınla evli erkeklerde olduğunu düşünürüm. Tasması karısındadır. Gel der gelir. (cidden boyutla alakası yok, yukarıda yaptığım boyut tarışmalarıyla ters düştüğüm düşünülmesin. En büyük alet sahibi bu kişi de olabilir bilemeyiz onu)

Pitbull cinsi alet:
Bu tip aletler o "Hööyt benimki 40 santim" diye dolaşan tiplerde olur. Ufak ama çok yırtıcı, zarar verebilir insanlığa. Onları pek kimse sevmez. Zevk almayı da, zevk vermeyi de bilmezler. Tasma erkektedir, ama elinden kaçırabilir.

Kurt:
Evcil değil. En çok görülen alet cinsi. Geçirilen bir kurt döneminin ardından yukarıdaki diğer cinslerden birine evrilir. Evrilmeyebilir de.

1 Ekim 2009 Perşembe

Porno iskambiller, Ortanca ve Amelie!

"Hani bir nefeste çekersin ya,
Beni de öyle çek hasretim aşk kokan yıldızlara

Hani bakar dalarsın ya guruba

Bana da öyle bak kulun olayım!"


Hıh, işte ben daha kaç yaşındaydım, herhalde 14-15 filandır. Bu şarkının içindeki gurubu, grupseks olarak düşünüyordum. Çok sonraları öğrendim onun gün batımı demek olduğunu. Öylesine özümsemişim ki o anlamını bakıp araştırmaya gerek bile duymamışım. Halbuki meraklıyımdır bu gibi konularda. Düşününce, iyi ki ben çocukken internet yokmuş diyorum. Kesin yoldan çıkardım. O zamanki imkanlarla elimizden geleni ardımıza koymuyorduk yine ama, imkanlar kısıtlı tabii... Ne mi yapardım? Örneğin, porno iskambilleri refresh ederdim, değiştokuş yöntemiyle. Ne günler. Niye bilmiyorum, porno dergilere o kadar hevesim yoktu. O iskambiller biraz daha hardcore'du ve daha güzel bir endüstri ürünüydü. Onları severdim. Koca koca sayfalar yerine daha bir haplaştırılmış, adeta bir tekila shot havasındaki o kartlar. Ne güzellerdi.

Bu arada, felaket korkardım o kartlarla enselenicem diye. Evde bir dolu "gizli yerlerim" vardı. Onları oralarda saklardım. Çocukken amma önemli oluyor di mi "gizli yer" gibi kavramlar. Sokakta da gizli yerlerimiz olurdu. "Hadi gel gizli yerimize gidelim."



Umarım Amelie'yi izlemişsinizdir. Filmin bir bölümü vardır. Hani Amelie evinde tuvalette azıcık değişik renkli bir fayans dikkatini çeker, oynatır o fayansı yerinden ve duvarın içinde bir oyuk bulur. O oyukta bir adamın çocukkenki oyuncaklarını koyduğu gizli yeri fark eder ve oradan çıkan oyuncak kutusunu alır. Sonra da binbir araştırmayla oyuncaklarını yıllar sonra adama ulaştırır. Çok duygulanır hani herif alınca... Var ya, hafazanallah Amelie gibi birisi bizim o ben çocukken oturduğum eve bi girse yeminle büyük .mcıklama geçirir. "Ney lan bu der. Nası bi insan yaşamış lan burda ya der." O ev öyle bir evdir. Hangi döşemeyi, hangi parkeyi kaldırsa, porno iskambil çıkar. Ulan perde kornişi ve tavan arasındaki o bakılması imkansız yerde porno iskambil vardır be. Ya da gömme dolabın arkasında bir boşlukta. Oraya ulaşılması ve görülmesi imkansızdı; tam güvenlik bölgesi. Aşağıdan kartları oraya fırlatır, sonra uzun bir inncecik çubukla çekerdim. %100 verim yok tabi, her attığını geri alamazsın. Biraz tozlu çıkar. Resmen kör kuyu gibi. Bir yandan güvenli ama senden çok şey götürüyor. Favori kart kaybolabiliyor filan. Annem hiç bulamadı onları, belki de buldu ama bana söylemedi.

Ya düşünün, ben Amelie'yi izlerken, şöyle duygular içindeyim. "Lan Allah vere de 30 sene sonra biri bunları bana geri getirmese" diyorum. Ne rezalet çıkar düşünemiyorum. Daha da kötüsü bi de belki bana getirmez, araştırır maraştırır yelloz. Bakar o sırada evdeki erişkin kim? Babam. Babamı bulup verse o kartları. Ne olay çıkar. Film güzel. Millet ayy ne tatlı, ne şeker ayrıntılar filan diye düşünüyor izlerken, beni ter bastı. Nohut gibi terledim, yanımda sevgilim "sen hasta olucan T.İ bak soğuk soğuk terliyorsun" dedi. Sonuçta o kartların çoğu şimdi çıkmıştır piyasaya. Ama eminim ben koyduğumdan beri güneşi görmemişler de vardır. Audrey Tautou'nun da hastasıyım bu arada. Düşünün onu bile gözüm görmedi filmde, öyle stres.

Audrey,senden bu kadar bahsedip, bu güzel resmini koymasam olmazdı.
Tüm zarafetin ve güzelliğinle bu blogu şereflendirdiğin için teşekkür ederim.


Yine bir laf edeyim derken bin lafa bağladım. O dönemlerin bir ilişkisini anlatacağım şimdi, çok kısaca. İlişki küçük, hikayesi sönük ama öğrenilecek ders çok anlamlı.Yukarıda anlattığım kadar çocukken işte... T.İ, çok daha masumken, çok daha naifken başımdan geçen bir hikayeyi. Pelin'i.

Hani bir yaş aralığı vardır. Kızlar ve erkekler sokaklarda koloniler halinde yürür. Hepsi bir kolonidir ama kızlar ayrı grup halinde yürür, erkekler ayrı. Görünürde ayrıdırlar fakat cinsel gerilim de başlamıştır. Yani birbirlerine hafif işveli ve taşlamalı bir durum vardır. Şu an sokakta yürüseniz görürsünüz bu gençlerden. 3 erkek, 3 de kız mesela. 3 kız birbirlerine çok yakın yürür. Kolkola hatta. Oğlanlar azıcık daha rahat. Bi anda bir ortak konu ve sohbet, akabinde tekrar grupların ayrılışı. Kızların kendi aralarında konuşuşu, erkeklerin huhahaha diye çevredeki herkesin dikkatini çekebilecek tondaki gülüşleri. Pelin'in kod adı, Ortanca idi. Çünkü hep o 3 kızın ortasındaki kızdı. Diğer 2 kızın da koluna girdiği kız. Çiçek olan ortancanın da payı var tabii ki bu kod adında. Güzel etekli, çok güzel yüzlü bir kızdı. Sınıfın güzellerindendi.

Ortanca'yla olan ilişkimde annesinin payı çok büyüktü. Çünkü, annesi beni sevmiyordu. Okulda bir şekilde "haylazlar" kategorisinde olduğum için veli toplantılarından filan mimliyim. Sınafa giren hoca, "Ooooo T.İ mı çok konuşuyor, eli dursa ayağı durmuyor derslerde", "Siz T.İ'ın annesi misiniz sizinle özel görüşmek istiyorum" filan diyor. Annem yüreğine inmiş bir şekilde eve geliyor her toplantıdan sonra. Her veli toplantısı ayrı bir olay. Neyse, bir yandan da notlarım her zaman iyi, o konuda hiç sıkıntı yok. Birkaç kere matematik çalışmak için, daha doğrusu çalıştırmak için Ortanca'nın evine gittim. Annesi hem bana tilt oluyor, hem de bir şekilde işine geliyor. Çünkü Ortanca'ya hakikaten faydalı oluyorum . Eminim benim olmadığım zamanlarda feci kötülüyor beni kıza. Kız da daha da seviyor beni. Ebeveynlerin bu basit denklemi çözmemeleri beni hep şaşırtmıştır.

Ben de bayağı bir düşkündüm Ortanca'ya. Hani erkek, kadın ne derse yapar, bunun ilişkinin selameti için en iyi şey olduğunu düşünür. Yeter ki Hürberk'e bakmasın beni delice sevsin. O yeter. Ben o moddayım. Küçüğüm de tabi... Neyse. Okulda da durum şu, hiç kimseye söylemiyoruz güya sevgili olduğumuzu. O zamanların en havalı şeyi o, sevgilisin, ama okulda hiç sevgili gibi takılmıyorsun. Senin bütün arkadaşların da, onunkiler de biliyor aslında ya. Vaaay be. Hatta arada "biz sevgili değiliz" mesajı üstüne basarak verilir çevreye. Kıl bi laf sokulur filan mesela. Ortanca lafı soktuğu zaman, kızın durumu bilen arkadaşları ince ince güler. Güzel heyecanlar. Ben bir gün çevreye biz sevgili değiliz mesajı vericem diye, işin bokunu çıkardım. Kopya vermedim ona. Sınavdan sonra da anlatıp espri malzemesi yaptım, hıyar gibi "kıvrandı kıvrandı vermedim" filan diye anlattım. Erkekler o yaşlarda böyle şeylerden çok hoşlanır. Gereksiz iktidar gösterme çabasından. Hohoho, hihihi güldü bütün arkadaşlar. Ben sınavda kıvranırkenki taklidini yapıyorum filan. O dakka biletim kesildi. Bitişi bile güzeldir, gülümsetir hala beni, azıcık da hüzünlüdür bence ama anlatayım. Bi' sıranın altında, çok gizli ve görünmeyen bir yerde, ortanca ile bizi simgeleyen gizli bir işaretimiz vardı. O yapmıştı, zaten resme acayip yetenekliydi, kazımıştı oraya o işareti. Çok güzeldi ve çok özeldi. T.İ ve P harflerinden oluşan bir şekil. Beni terk ettiğini söylemek yerine gidip onu kanırta kanırta, ahşabı paralaya paralaya sildi onu o gizli yerden. Özetle o gizli yer de tarumar olmuştu. Çok üzülmüştüm, ama o dönem için 7 büyük günahtan birini işlemiştim.

Ortanca'dan öğrendiklerim:

1- Kadınlarla şaka olmaz. Beraber gülebilirsin, ama dalga geçilmekten hiç hoşlanmazlar. Erkekler de hoşlanmaz tabi dalga geçilmekten ama erkekler yapısal olarak kendileriyle de dalga geçme konusunda daha rahattırlar. Kadınlarınsa affı yoktur.
2- İlginçtir. Ortanca o sınavda benden yüksek not aldı. Burdan da çıkarılıcak çok ders var. Göt gibi kalmıştım. Hem saçma agresiflikle taşak yaparkenki T.İ'dan eser yok, hem kızı kaçırdık filan. Büyük götoluş.
3- Anne çok feci kuvvetli bir figür, elbette özellikle kadınlar için. Aynısı oldu lan o kız sonradan anasının. Kilo almış, çocuk doğurmuş filan. Ne acayip ya.
4- Kartlarıııııım, ah o benim güzelim kartlarım. Şimdiki çocuklar bilemezler sizin kıymetinizi. Benim yaptığım gibi sizi önce şööyle bir karıştırıp, sonra gözlerini kapatıp bir tanenizi seçip, onu alıp, gerisini gömme dolabın altına atmazlar. Türk Amelie'si, sözüm sana! Bakma benim rezalet çıkar filan dememe. Eğer olur daaaa o evde onları bulursan ve bulmana rağmen o kartları bana getirmessen, sen de alemin en büyük orospususun. Hadi bakalım.


Hamiş: En baştaki şarkının hangi şarkı olduğunu hatırlamaya mı çalışıyorsunuz?

T.İ'dan Türk Amelie'sine geliyor!
Ay aman denizleri aş da gel, kurbanın olam...
 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket