30 Mart 2010 Salı

Uzun süreli ilişki kadınları - Ekinoks

Kod adı Ekinoks. Çünkü onunla 21 Martta tanışmıştık. Bu sene değil, yaklaşık iki sene önce. Size garip geliyor olabilir. Ancak bu lakap takma huyum son beş altı senedir çok acayip bir hal aldı. Lakap takıyorsam, o isim hayret edilecek derecede çok kullanılıyor ve o kişinin üzerine yapışıyor.

Mesela bu anlatacağım kızı şu an cidden bütün arkadaşlarım Ekinoks diye anıyor. İlk gününü çok net hatırlıyorum. Lafonten'e telefonda haber vermiştim, yeni bir kızla tanıştığımı, hatta o akşam onlarla buluşmaya yeni sevgilimle geleceğimi filan söylemiştim. "Mine'yle gelicem ben haberin olsun" dedim. Bu da bana dedi ki "Ooo yeni sevgilinle mi geliyorsun, adı ne?" Herife Mine'yle gelicem diyorum, bana adı ne diyo. Ekinoks dedim.

“N'iye?” dedi.
"21 martta tanıştık da ondan" dedim.
"Tanıştığı günün adını koymuş öküze bak dedi bana . Robinson Crouse musun lan y.vşak. Cuma koysaydın bari kızın adını" dedi. (Harbiden de cumaya geliyordu o sene 21 mart).

Oysa ki tanıştığım günü koymak ne kelime, 21 Mart ekinoksunu çok severim ben. Baharın müjdecisidir. İki senedir de her 21 martta, Ekinoks güzel saçlarıyla aklıma gelir. Eski kız arkadaşlarımla tanışma tarihlerimi kolay kolay hatırlamam. Ancak Ekinoks bu özelliğiyle kazınmıştır zihnime.

Bazı kadınlar vardır ki, ilişki geçmişleri hep uzun süreli ilişkilerden oluşur. Hadi one night stand’i filan geçtim, cv'sinde hiç öyle bir iki ay çıkıp da ayrıldığı erkek arkadaşı filan bile yoktur. Bu kadınların genellikle düzgün bir aile yaşantıları vardır. Modern çekirdek aile yapısında büyümüş olurlar. Aileye yalan söylemezler, gerek kalmaz daha doğru tabii. Anne babadan erkek arkadaşlarını saklamazlar. Babayla kızın erkek arkadaşının arasında adı konulmamış bir gerginlik olmaz. Anneyse erkek arkadaşıyla olan cinsel hayatına dair detaylar bile bilir (Baba o gece bir kız arkadaşında kaldıklarını sanar, sanmasa bile öyle sanmakla daha mutludur. Kimse de fazla kurcalamaz).

Bu uzun süreli ilişki kadınları genellikle evlilik düşkünü değillerdir. Çünkü uzun soluklu ilişkilerin zorluklarını iyi bilirler. Bir noktadan sonra üzerlerinde yaş baskısı artar ancak öyle evlenirler. En büyük ortak özellikleri, ayrıldıktan sonra hep uzuuun toparlanma süreçlerine girmeleridir. Gerek aile çevresinden, gerekse kendi çevresinden, taliplileri her zaman çoktur. Aile çevresinden olanlar anne vasıtasıyla iletilse de olmayacak duaya amin olduğunu anne de bilir. Kızlarına güvenirler. Bugüne kadar hep düzgün ilişkiler yaşamıştır zaten kızları. Hiçbir gün çılgın bir punkçı ya da ileride rockstar olmayı hayal eden bir tip getirmemiştir karşılarına... Ekinoks işte biraz bu dünyaların kadınıdır.

Ekinoks’la tanışma hikayem tam bir tesadüfler zinciri. İş yaptığımız bir firma var. Sahibi ile arkadaş da oldum. Bir iş için toplantı yapmamız gerekiyordu. “Tıkma oğlum bizi toplantı odasına hem yemek yiyelim hem de konuşalım” dedim. O da bir öğlen yemeğine çıkardı bizi. Ortağımla ben gittik. Ortak bir projenin ön görüşmelerini yapacağız. Onun firmasında bu ortak projenin yürütücüsü olarak Ekinoks geldi. Hani şöyle bir model çalışan kadın vardır. O paraya hiç ihtiyacı yok. Hatta işe gidip gelmek için verdiği taksi parası maaşından fazla. Ancak çalışmamak da bir yerde işine gelmiyor. Para problemi yok ama çalışıyor. Ailesi bu durumdan çok mutlu. “Geleceği olan bir iş”te çalışıyor kızları, çok kazanmıyor ama zaten önemi yok. Biraz öyle bir durum var.
Yemek bir başladı. Sağolsun ortağım adamla bütün detayları konuşuyor. Ekinoksla ben toplantının daha bi konuyla alakasız tarafı olarak kaldık. Yemeğin sonuna doğru projenin ertelenmesi gerektiği, boşuna herkesin zarar edeceği gerçeğiyle yüzleştik. Yüzleştik yüzleşmesine de, Ekinoks’un at kuyruğu saçlarıyla da, o güzelim koyu renk saçlarına inat masmavi bakan gözleriyle de, her daim allık sürülmüş gibi duran yanaklarıyda da, upuzun kirpikleriyle de, uzun ve ince bacaklarını örten gri kırçıllı pantolonunun altından görünen topuklularıyla da yüzleştik, 7,5 Ataköy/Yeşilköy/Ataşehir kasa, bu kasanın tarifini de bilahare ekleyeceğim.

tamam kabul bu kadar iddialı değildi ama çok da aşağı kalmazdı.

Projeyi yapmayalım tamam da, bu da can yani. Ben ne yapacağım. Derken bir mucize oldu. Ekinoks’la öyle bir ortak tanıdığım çıktı ki, ısmarlasam bu kadar olmaz. Ortak tanıdık kim mi? Limbooooooooo! Bu kadar olmaz. Akkşamına aradım. Bu arada Limbo’yu tanımayanlar lütfen okusunlar bu büyük insanı: Limbo1, Limbo2.

Akşam:

Limbocum n’aber?” diye aradım.
Cevaba bakınız: “Ne istiyosun?” (gülerek).
“Ne isteyeceğim Limbo’cum, iyilik güzellik.
“İyilik güzellik ha. Bi iyiliğimi istediğini anlamıştım. Güzellik kim?”
Çok çakal ya. Sesimden çözüyor. Limbo’nun çok iyi bir arkadaş grubu var. Beni zamanında, Limbo’yla beraberken yani, o gruba yaklaştırmadı, yavşaklık ederim diye korktu herhalde. Haklıdır. Ancak seneler Limbo’yla aramızda o kadar güzel bir arkadaşlık geliştirmemize sebep oldu ki... Kız resmen her şeyi aştı benim gözümde. Saygıyla eğiliyorum önünde. Hiç şüphem yoktu bana yardım edeceğine. Durumu anlattım. Ekinoks’u söyledim. Onların arkadaş grubunun en genç üyesiymiş Ekinoks. “En genç olacak tabi, n’apiym seni artık?” dedim. "Yaparız bir şeyler" dedi. Haftasına buluşturdu bizi.

Uzun süreli ilişki kadınları, elektriklenmenin hissedildiği ve ilişki başlamadan önceki geyikleri yapmaktan büyük haz duyarlar. Hayatları o oluverir. “Acaba niye öyle dedi ki” “Şöyle yaptı yapmasına tamam, ama ondan sonra da aramadı. Ona ne demeli” “Ben ilgisi olup olmadığına çok emin değilim. Bazen sanki sevdiği başka birisi varmış gibi konuşuyor.” Gibi cümlelerin arkadaşlara sarf edildiği o evreyi mutlaka yaşamak isterler. Aynen uydum kurallarına. Hepsini yaşattım ona. Böyle şeyler ortada bağlayıcı bir durum olmadığında beni sıkmıyor. Hatta hoşuma bile gidiyor. Hem bir haltlar yesem suçlu değilim, hem de mutluyum. No problem. 3 ay kadar sürdü bu ara dönem.

İlgimi hep belli ettim, ancak açık açık hiç konuşmadım. Sonra da tamam artık dediğim noktada, söyledim derdimi. Biraz ayak yapmadı değil, “Aslında biraz şaşırdım, bana sanki hep...”le başlayan cümlelerle. Olsun, hepsine ok’im. Hem aklıbaşında hem de çok güzel bir kızdı. İncecik. Günlük kıyafet olarak kot pantolon, güzel nike ayakkabıları, dar bir bluz, onun da üstüne kapşonlu (tabii ki takılmış değil) bir yelek. Atkuyruklu kızlara kapşonlu şeyler çok yakışıyor. Örtmeyecek o kapşonu, at kuyruğu hafiften onun üzerinde duracak. Kadınlar çok iyi biliyorlar işi ya, boşuna büyük hayranlık beslemiyoruz biz.

Ömrü hayatının en kısa ilişkisi sanırım ben oldum. İki ay sonra ayrıldık. Ayrılmak isteyen taraf ben oldum. Aslında biliyordum başıma gelecekleri ama yine de önüne geçmesi mümkün olmayacak kadar da çok sevdim ve beğendim onu. Ayrılma sebebim açıktı. Sürekli ve sürekli Bay Mükemmel olmanı bekliyor. Uzun süreli ilişki kadınlarının bir çoğunda var bu özellik. Sürekli Bay Mükemmel takıntısı. Örneğin, onun bir arkadaşının yanında “Ya s.ktirtmesinler, töbe yarabbim.” dediğimde o akşam buna çok üzülebiliyordu. Keşke o arkadaşımın yanında başka türlü ifade etseydin filan... O boyutta denyoluk. Nereye kadar tahammül edebilirdim. Edemedim.
Programlı olmayı da çok severdi, güzel bir şey öğretti bana mesela.

Eğer bir kadınla yemeğe çıkıyorsanız. Mutlaka yer ayırtın. O mekanda o gece sizden başka kimse olmasa bile, mekanın bomboş olacağını bilseniz bile yer ayırtın. Yerin ayırtılmış olması önemli bir detaydır. Kadınla beraber gittiğiniz yerde sizi "nobody" olmaktan kurtarır. Girdiğiniz gibi önemsendiğinizi hissedersiniz. Beyler, bunun bizim için o kadar da önemli olmadığını ben de biliyorum. Ancak, hanımlar buna bayılırlar. Çoğu zaman kendileri de farkında değillerdir. Ancak bu detaylara emin olun çok dikkat ederler. Kararsızlıklar her zaman kadınları bunaltır. Restorana gittiğinizde şuraya mı oturalım buraya mı, buranın manzarası daha iyi sanki, ay orası tuvalete yakın, filan gibi durumlar sizin için bir mükemmeli yakalama arzusuyken kadınlar için bir gerilim olabilir. Sevmezler ortada tavuk gibi kalmayı. Erkekler için böyle durumlar problem değildir. Arkadaş ortamlarında ortadaki t.şakoğlanı oldukları çok olmuştur. Kadınlar öyle değildir. Erkeklerin birbiriyle dalga geçme, hatta çoğu zaman birbirlerini küçükdüşürme üzerinden kurdukları bir eğlenme iletişimi vardır. Çocukluktan beri biz buna alışığızdır. Ancak kadınlar öyle değildir. Örnek vereyim. Bir kız beni terk ettiğinde, ertesi sene "Ulan ne g.t etti seni Bıcıbıcı" diye başlayan bir muhabbet benimle dalga geçme şeklinde bütün gecenin lokomotif konusu olabilir. Oysa kadın ortamında böyle bir şey asla gülünç olmaz. Bir kadın bir erkek tarafından terk edilirse kadınların muhabbeti daha başka olur. Hiçbir kadın o kadınla kolay kolay dalga geçmez. Kadınlar bir ortamda merkez kişi olacaklarsa ille de star olmak isterler. Bakınız bütün düğünler. Dalga geçmeyi filan geçtin, bir düğünde gelinden başka hiçbir kadın beyaz bile giyemez. Erkekler arasında böyle bir şey olduğunu düşünsenize...


Neyse mevzuya dönüyorum. Kadınların restoranın ortasında tavuk gibi kalmaktan ne kadar irite olduklarından bahsediyordum. O basit gibi görünen yer ayırtmanın altında kadının okuduğu metin bambaşkadır. "Benimle çıktığı önemsenmiş, iş şansa bırakılmamış."tan tutun ortada tavuk gibi kalmamanın verdiği ruhsal rahatlığa kadar birçok artısı vardır. Basit gibi görünür, ama önemli bir detaydır. Gerek olmadığına emin olsanız bile yer ayırtmak iyidir. Ben bunu bilir bunu söylerim.

Ekinoks’la dün yazıştım. Yeni bir sevgilisi varmış. Bir seneyi geçmiş. Billie Jean yazayım diye oturdum yine neler yazdım.

19 Mart 2010 Cuma

Birbuçuk Taraflı Aşklar - Moulin Rouge

Birine çok hayran olursunuz. İyi anlaşırsınız. Birbirinize müthiş uygun olduğunuzu düşünürsünüz. Bu dünyada benim için bir "perfect match" var ise, işte bu o dersiniz. Yaptığı saçmalıklar bile çok hoşunuza gider, içinizi gıdıklar. Çok yüksek şiddette bir tensel çekim istersiniz, ancak bu tensel çekimin altyapısı sadece g.t göğüs değildir. Onlar da güzeldir ama gerçekten sırf o değildir. Becerdiği her şeyi çok takdir edersiniz, ya keşke diğerleri de böyle olabilse dersiniz. Hatta çoğu zaman, ya keşke ben de böyle birisi olsam dersiniz. İçinizde hissettiğiniz o büyük istek kesinlikle sadece "elde etme isteği" değildir. Çünkü bu kişi öylesine can sıkıntısından kafanızda büyüttüğünüz bir kişi değildir. Bunu bilirsiniz. Süperdir ya süperdir. Küçük bir detay dışında, o size aşık değildir. Olacak gibi de durmuyordur.

Beni az çok tanıyorsunuz, öyle uçarı, vay dağlarda yatayım; yok efendim mistik nehirlerde yüzeyim, hop rafting'e doyamadım yamaç paraşütü de isterim falan filan. Öyle aşırı maceracı kadınlardan pek hoşlanmam. Hoşlanmam yanlış kelime oldu da, etkilenmem diyelim. İnsan olarak hoşlanabilirim bilmiyorum belki ama karşı cins olarak pek çekici gelmez bana "özgür kız"lar.

Bakışlar

Bu kız, yani Moulin Rouge, bu hayatta beni yamultan nadir “özgür kız”lardandır. Toyluk da var tabii o zamanlar ama yine de... Kod adı Mulen Ruj, çünkü güzelliği gerçekten Nicole Kidman’a çok benziyordu. Tipi benzemiyor, ama güzelliği benziyor. Bu dediğimi tarif etmem lazım tabii, havada kalıyor böyle deyince. Size de olur mu hiç bilmem, birini birine benzetirsiniz, ama o kişinin benzettiğiniz kişiye ne kaşı benzer ne gözü... Ancak her görüşünüzde beyniniz inanılmaz bir biçimde ona benzetir. Onu tanıdığım sıralarda Nicole’cüğümün de tam Moulin Rouge ile patlama yaptığı dönemlerdi. Gerçi kadın ne zaman patlama yapmadı ki, aktif bir yanardağ o benim gözümde. Benim Moulin Rouge 1,71, kumral, zayıf yapılı ama kadınsı hatları çok belli eden bir vücudu var. Çok sert bir kaş yapısı var. Kaş ve göz yapısı insanda ya bu kız uzak bir yere bakıyor izlenimi yaratıyor. Nicole Kidman da hep öyle gelmiştir bana. Fizik olarak 7,8 – 7,9, ne kasa diyeceğimi çok bilemiyorum. Ayrı bir kasa tipi, şöyle izah edeyim. Bir kere çok özenli giyiniyor. Ne giyerse giysin, dikkatle seçtiğini hissettiriyor. Tiril tiril görünüyor, hep güzel kokuyor. Fakat hatunun içine bazı bazı bir özgür kız kaçıyor. Atıyorum hafiften bol salaş bir gömlek, altına miniye yakın bir şort onun da altına dağcı ayakkabıları gibi. Profesyoneller hatırlar, Aşkın Nur Yengi’nin Yabani klibindeki giyim tarzının günümüze uyarlanmış hali gibi. (klipteki ilk kıyafet değil, ateşin başındaki hali, ikinci kıyafet.)

Kafa ve akıllı bir kız. Benden iki yaş büyük. O zamanlar iki yaş önemli. Daha doğrusu yaş önemli değil de, üst sınıf olması işleri değiştiriyor. Bizim fakültede başka bir bölümdeydi. Hem böyle dersleri filan çok iyi, hem hiçbi boktan da geri kalmayan tipler vardır ya, onlardan. Ben mesela hiçbi boktan geri kalmazdım, derslerim de hep sıçıktı. Alttan aldığı bir ders vesilesiyle tanışma fırsatı bulmuştum. Orada biraz şanssızlığım oldu, yani “O hooo şimdi bebelerle işin yoksa şu dersi de al” gözüyle bakarken tanıştım ben onla. O yüzden kıramadım kafasındaki sabitfikri. Halbuki ne ki lan 2 yaş, o zaman öyle değildi işte. Bir araya kafayı bayağı bir taktım. Hatta diyebilirim ki 4 sene filan sürdü, hep ince ince peşindeydim. Aradığında gittim. Yardımcı oldum çeşitli işlerde. Açıkkafalı kadınları her zaman takdir etmişimdir, emirlerine amadeyim.

Onun okulu bitti. Hiç kesmedik ilişiğimizi. Aramızda hiçbir şey yaşanmamasına rağmen hep çok hoşuma giden bir yanı vardı Moulen Rouge’un. Dediğim gibi çok açıkkafalı bir kızdı, ona olan meyilimden, hayatımdaki bir sürü kadına kadar birçok şeyi konuştum onla, akıl aldım. Okul bitince, iş hayatına girince, tam da tahmin ettiğim gibi kesti Özgür Kız olayını, biraz daha bussiness kasa olayına girdi. Diyordum kiiiiiiiii, Meksikalı bir adamın peşine takıldı, aşık oldu herifçioğluna, 2 sene gitti Tijuana diye benim daha önce adını bile duymadığım bir şehre. Özgür Kız’lık patlak veriyor işte bir yerden. Okul yıllarındayken bir süre kitlemişti beni, tatlı tatlı acı çektirdi beni. Şimdi düşününce, çok şey öğrendim. Helal olsun. Hiçbir zaman hayatımı sınırlamama sebep olmuş bir kadın değildir. Ancak aklımın bir köşesinde durmayı da hep becermiştir.

Bu durum çok net ama pek de dile getirilmez. Aslında eminim ki çift taraflı bir şey. Ancak kimse kusura bakmasın ben erkek tarafından yazacağım. Bu kısımlar önemli.

Bir kadın bir erkeğe ilgisi olduğunu net olarak belli etti ya da direkt söyledi. Erkeğin de o kızla hiç oluru yok. Cinsel anlamda da arzu etmediği durum üzerinden düşünüyorum. Erkek bu durumda hemen şu analizleri yapar.
1- Hemen uzaklaşmalıyım.
2- En iyi çözüm zamandır. Görüşmemeliyim
3- Görmesem daha iyi, çünkü üzmek istemem. Bu düşünce sürecinin sonunda erkeğin yediği damga, ekseriyetle öküz damgasıdır.

Bir kadına net olarak ilgi duyuyorsunuz ve bunu belli ediyorsunuz. Onun da gönlü yok, bu kadar basit. Gönlü yok. Başınıza gelecek şeyin adı çok nettir. Yedeklenmek! Yedekleme eyleminin kadınların bilinçli ve kasıtlı olarak yaptıkları bir hareket olduğunu düşünmüyorum. Doğalarında var. Hoşlanılmak, çevresinde bir kendisinden hoşlananlar ordusu yaratmak ve bu orduyu giderek büyütmek... Onların tarafından bakınca haklılar bile denilebilir. Diyelim ki bir kadının seninle hiç oluru yok, ve bu senin içini biraz sızlatıyor. Sevgili hemcinsim, hazır ol, çünkü o yara hep dağlanacak. Onun tarafından belirli periyotlarla aranacaksın (çünkü seni çok önemsiyor olur!), bir yerlere daver edileceksin, bir yerlerdeysen yanına gelinecek. Çünkü seni “kaybetmek ve kırmak” istemiyor. Erkeğin davranışının karşılığı öküzlükken bunu adına duyarlılık deniyor. Bilginiz olsun.

Tek taraflı aşk, sen seversin, o sevmez. Belki üzülürsün biter.
Karşılıklı aşk, her iki taraf da birbirini seviyordur. Ne güzel.
Erkek seviyordur. Kadın da tam bir karşılık vermiyor ama ekseninde tutuyordur. Yarım iş. Bunun adı bibuçuk taraflı aşktır. Kadınlar, bibuçuk taraflı aşkların ustasıdırlar.

Yine hanımların uyuz olacağı bir takım şeyler yazdığımın farkındayım. İlk eleştirilerin de, “ee ne yani arkadaş olmak isteyemez mi? Bak kendin diyorsun bir sürü şey öğrendim, açık kafalı, maçık kafalı, sen niçin arkadaşlığını bitirmek isteyesin ki?” diye... O iş öyle değil işte, benim özelimde bakarsak zaten hiçbir problem yok. Ben şikayet etmiyorum halimden. Ben yedeklenmiştim ama, kafa olarak başka kanallara hep açıktım ve her zaman o kanallara da gittim. Ancak bunu yapmayan bir dolu hemcinsim var, yedekte öylece bekleyen.
Hiç oyuna girmeyen yedek oyuncuların, oynayabilecekleri bir takıma gönderilmeleri gerekiyor. Altın yedeksen iyi, yani aralarda şans bulup iyi oyun sergiliyorsa bilmem, ama müzmin yedeklerin transfer piyasasına girmeleri lazım.

2 sene sonra Meksika’dan döndüğünde o aradı. “Biliyor musun? Okuldan konuştuğum neredeyse bi’ sen kaldın. ” dedi.

T.İ’ın iç sesi: “Ya bi’ ben kaldım da Mulen Rujcuğum, aynı zamanda dünya coğrafyasında vermediğin de bi ben kaldım. ”
T.İ’ın dış sesi: “Mulenciğim, en kısa zamanda görüşelim. Bu aralar işler biraz karışık gerçi. Ama bi zaman ayarlarım ben. Acayip aşk hikayelerim var sana anlatacağım.” (Yani, haberin olsun, pek umurumda değilsin, umurumdasın da ölüp bitmiyorum, acayip şeyler yaşıyorum, ki doğruydu o dönem, ona göre...)


Moulin Rouge’dan öğrendiklerim
1- Yedeklenme, hep transfer peşinde koş.
2- Olmuyorsa olmuyordur. Şansını zorlamaya devam edebilirsin, hayat bu. Ancak kendini yıpratma.
3- Çeşitlilik iyidir. Çeşit yapmak da iyidir, çeşit olmak da.
4- Özgür Kız, özgür kızdır. Kolay kolay o huy değişmez. Verir kendini dağa bayıra bir noktada.

Hamiş:

Lafonten .bnesi bu aralar benle çok t.şak geçiyor. Billie Jean’in peşine çok takıldım diye. Bak. Bunlar futbolun içinde olan şeyler Lafonten’ciğim. Anlattırma bana burdan hikayelerini...
Billie Jean geçen hafta sonu İzmir’e götürdü beni. Alsancak, Karşıyaka, Bornova, Kordon.. Hepsi cepte, kaptım işi anlayacağınız. Lafonten’i arayıp kısa bi rapor vermiştim, “öğlen kordon akşam mor don” diye. O da bana lakap taktı: Kordon Milne. Öyle diyecekmiş bana Billie’yle olduğum süre boyunca. Oraların önemli teknik adamlarından biri olmaya adaysın. Salak gibi sırf denize bakıp gelme, kanal aç bize dedi. İzmir gezisini kısa bir postla anlatırım size....

8 Mart 2010 Pazartesi

Yazması Tehlikeli İlişkiler - Gönül: Arkadaşının kardeşi, eski sevgilisi vs...

Tehlikeli İlişkileri yazmaya başlayalı 8-9 ay olmuştur. Anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere, kadın erkek ilişkilerinin hepsi tehlikelidir, çünkü iki tarafın da kendince çakallıkları vardır. Kim çözmüş ki ben çözeyim. Yazıyorum sadece. Ufak tefek detaylar işte. Şimdiyse biraz daha gerçek bir tehlikeden bahsedeceğim adamım, biraz daha gerçek bi' tehlikeden.

Gönül. Belki de şimdiye kadar özel olarak bu kelimeye çok da dikkat etmediniz. Halbuki Gönül, üstüne çok şarkı yazılmış önemli bir anahtar kelimedir. İlginç de bir kelime. Kalp değil, yürek değil, gönül.

Bu üçünün çok kısa analizini yapayım:

Kalp, genel olarak hep romantizmle anılır. O vıcık sevgilerin vazgeçilmez organıdır. Şu gibi kelimelerle anılır, kırılmak, acımak, sızlamak... Şarkılar da şöyledir. "Bu kalp seni unutur mu?", "Kalbim sızlar içim titrer", falandır filandır...

Yürek, bu daldaki kelimelerin arabesk yüzüdür. Acılar daha çok onun üzerinden ifade edilir. Bu yüzden ağlamak, sızlamak, cız etmek gibi fiilleri peşine katmaya bayılır. "Ağla yüreğim ağla", "Vur durma vur yüreğim vur." gibi gibi.

Ama gönül. Gönül var ya, bi tanedir. Canımın içidir. O bu işleri en iyi beceren kelimedir. Öyle ağlamakla, sızlanmakla hiç anılmaz. Daha çok deli olmak, ferman dinlememek, uslanmamak filan gönül kelimesine eşlik eden eylemlerdir. Kimi zaman hoppa derler ona, ki bu benim gözümde hiç değerini azaltmaz. Şarkılarda bile en özgürüdür. Barış'ın ağzında "Gönül ferman dinlemez." Orhan Gencebay'ın ağzında "Uslanması gerekendir." "Uslan artık deli gönül, bak gelip geçiyor ömür." diye boşuna demez. Fikret Kızılok'un ağzındaysa, o yapma dediği halde yapandır. "Yapma dedim yaptın gönül."

Eeee, "Gönül bu, ota da konar boka da" deriz. Oh ne güzel valla. Bütün pis işleri gönül yapsın, sözüm ona o "ulvi" kalp de Sevgililer Gününün simgesi filan olsun. Yok öyle. Yavşakkalpli diye bir söylem yok, ama ayrangönüllü var. Ayıptır. Gönül'ün hakkını teslim edelim. Kalple yürek, ilişkiler anlamında acı ve uyşukluk verirken, gönül, işleri yabancıların da dediği gibi spice up eder, yani hayatı baharatlandırır (Spice up mıpays ap, bugün de üzerimde bi amerikan mandalığı var ki sormayın, yazının başında da adamım madamım demiştim hatırlarsanız.) Gönül işi.

Neyse bu yazımın çıkış noktası şu:

"Meyil etmesem daha iyi olacak" dediğimiz kızlar vardır. (Offf çok güzel konu.) Bu, yakın bir arkadaşınızın eski kız arkadaşı olabilir, ya da başka bir arkadaşınızın bir şeyler yaşamak isteyip de yaşayamadığı bir kız olabilir, ya da bir diğer bir arkadaşınızın güzel kız kardeşi... Bir arkadaşınızın hem eski kız arkadaşına hem kız kardeşine de olabilir. Olmaz diye bir şey yok. Olur. Dikkat dikkat. Tehlikeli sulardasınız! "Girme o işlere oğlum", dersiniz, ama kimi zaman da olur işte. Gönül bu, ferman dinlemez. "Uslan artık deliiii gönüüül, bak gelip geçiyor ömüüür. Uslan artık deliiiiiii, divane gönül." dersiniz. Öte yandan "Bu gönül her şeye aç değil" dersiniz ama "doyuracak mı bilemezsiniz" de...

Her şeyden önce kendi duruşumu ortaya koyayım. Bunu söylemeye hiç gerek bile duymuyorum ya neyse. Herkesin ne yapmak istiyorsa yapması gerektiğinden yanayım. Ben bir arkadaşım eski sevgilimle beraber olsa buna hiç bozulmam. Kızkardeşime yazsa da hiç bozulmam. Koca kız kimle olmak istiyorsa olur. Ayrılırsa da ayrılır. Onun kendisini üzmesini izin verirse sonunda da üzülebilir.

4-5 yıl kadar önceydi. Bir öğlen yemeği sırasında bir arkadaşımın eski kız arkadaşı Vendetta ile karşılaştım. (Arkadaşımla samimiyet seviyem 5,5/10, Öyle ayda bir iki konuştuğum bir tip.) Neyse ben hem bir iş toplantısını oh ne güzel dışarıda olurum diye öğle yemeğinde aradan çıkartmak istemiştim. Yemek yiyeceğimiz yere giderken, karşı taraf arayıp gelemeyeceğini söyledi. Lan ben de ne yapayım diye düşünürken aldım okuyacak bir şeyler, girdim bir yere. Cafe restoran kırması bir yer, plazalara yakın sayılabilecek ama çok plaza ruhu olmayan bir mekandı. Yan masada tıkır tıkır tıkır birisi laptop'ıyla,

"Öğlen vakti tek başıma kafedeyim, gördüğün gibi internette sörf yapar bir halim de yok, dikkatli bak çalışıyorum. öyle hafiften salaş gibi görünüyor olabilirim ama farkındaysan hiç alakası yok çok da özenliyim." diyor.

Demiyor da anlıyorsun hemen bakınca. Biraz daha bakınca şöyle o da beni keser gibi oldu ki, bi baktım Vendetta. "Selam naber?, maber. Nası gidiyo hayat? Naptınız Seko'yla" falan filan. Ya gelsene beraber yiyelim dedi (ki o bir şey yemiyordu). Yiyeceksen geleyim, yemeyeceksen kaşında tıkınmak istemiyorum dedim. O da laptop'ını kapattı ve "Tamam." dedi. Laptop'ını kapatıvermesi çok hoşuma gitmişti. Şalter attırıcı bir hareketti. Sanırım karıncalanma anım laptop'ını kapatarak bana tamamen yöneldiği andı. Açıkçası ne iş yaptığını filan hatırlamıyordum. Ondan konuştuk. işini anlattı, o an bayağı akıllı bir kadın olduğunun farkına vardım, modayla ilgili bir şeyler özet olarak. Ancak dizaynır değil. Benim kalın kafam tam anlamadı bile ne iş yaptığını. 1,60, minyon kasa, 7,2, esmer seksi hatlar. Minyonun seksi hatlısı çok güzel oluyor. Kafamda notu motu vermeye başlamışım, dönülmez yola girmişim ki Seko geldi aklıma. Lan herif kafaya mafaya takmış olmasın bunu dedim içimden. Hemen sordum, Seko'yla görüşüyor musun diye? "Yok" dedi. İçim rahatladı. "Zaten çok sinir olmuştu bana ayrılalım dediğim zaman. Ateş fışkırmıştı gözlerinden çok korkmuştum." dedi. Hasiktir dedim. Lan denyo ne ateş fışkırtıyosun gözünden yaa, ayrılmak istemiş kız işte ne var. Seko'nun kızgınlığını mızgınlığını o kadar bilmiyordum, anlatmıştı gerçi bir şeyler de aklımda bile kalmamış. Zaten başka bir sevgilisi var şimdi.
Ben ilk buzların erimesinden sonra akşam hemen aradım Vendetta'yı, hafiften kültürsever bir imajı vardı. Hemen sinemaya davet ettim. O sıralar "V for Vendetta" oynuyordu. Adı da oradan gelir. Bir haftalık bir kovalamacanın ardından biz artık bildiğiniz sevgiliye dönüştük. Ben de Seko'yu aradım. "Lan Seko şimdi bana dünyada kadın mı kalmadı diyeceksin ama böyle böyle durumlar oldu" diye anlattım. Seko çok ciddiye aldı. Benimle sadece kendisini gıcık etmek çıktığını. Benim de az yavşak olmadığımı, ondan ayrıldıktan hemen sonra başka bir kızla çıkmasının intikamını böyle çıkarttığını filan anlattı. Ben yok öyle bir şeyi anlatmaya çalıştıkça sinirlendi. Artık iyice tartışma ve kavga platformuna taşıdı işi. Ben erkeklerle prensip olarak kavga etmem. Haberin olsun diyip kapattım sonunda. Bu Maldonado herkesi aramış sonra, kızı da aramış sıçmış sıvamış filan. Hala konuşmam o günden beri, evlenmiş galiba. Allah'ın sopası yok diye boşuna dememişler. Kurban olduğum ne hale getirmiş fukarayı.
Kısa sürdü bizim de Vendetta'yla. Fazla "sanatsal" bir kişilik kaldı bana göre. Çok çekemedik birbirimizi. Sadece bir arkadaşımı daha iyi tanımama vesile oldu. Böyle bir iyiliği dokundu bana. Bu arada Vendetta harbiden İtalyanca intikam demek ha. Yoksa, yoksa... Lütfen"Kullanılıp atıldın T.İ" deyin bana. Çok istiyorum bunu...

Bir tane daha olaylı hikayem var aslında. Yakın bir arkadaşımın kardeşi, hiç kod adı mod adı vermeyeceğim. Olur da bir gün deşifre olursam bilsin istemem. Bana kalsa bin kere söylerdim de kız söylememi hiç istemedi, sebebini bilmiyorum. Saygı duyuyorum. Baya acayip bir şeydi zaten.

Sonuç: [Daha yazacak çok şey var ama...]
Arada üçüncü hassas bir şahıs varsa, "nasıl davranacağınızı biraz onun hassasiyetlerini göz önüne alarak konumlayın." filan demeyeceğim. Bence çatır çatır söyleyin, söyleyin ki kafalar alışsın. En azından sizin çevrenizdekiler öğrensin biraz yetişkinlere yetişkin gözüyle bakabilmeyi... Bu işin akrabalık ilişkisiyle, ex işlerle filan bi alakası yok. Siz samimiyetle anlatın derdinizi, o yine de sizin kalbinizi kırarsa, "Aldırma Gönül" deyin geçin.

"Her çiçekten bal alırsın
Her gördüğünle kalırsın
Sen kendini ne sanırsın
Belki gün uslanırsın
Gönüüüül....."

Lütfen ama lütfen baştan sona dinleyiniz.

İşte: http://fizy.com/s/1ais32


Bu konu güzel, kimbilir
belki de to be contintin.

Çok dipnot:
Bir keresinde daha bir arkadaşımın kız kardeşine aşık olmuştum. Çok çocuktum o zaman. Arkadaşım eğer "ciddi" isem tabii ki neden olmayacağını söylemişti. Bilirsiniz, benim de bu konularda şakam yoktur. Bilirsiniz. Ciddiyim tabi oğlum demiştim. Ciddiyetten neyi kastettiğini ne o söyledi ne ben ona sordum. Kız bırakmıştı sonra beni, kız bırakınca benim kekonun kabullenmesi daha kolay oldu. Ben bıraksam ibnenin bayrak taşıyanı olurdum kesin.

4 Mart 2010 Perşembe

Yanıbaşımızda duran aşklar: Kaptan Hook ve Monçiçi

Nerede bir "Ya biz bilmemkaç senedir birbirimizi tanıyorduk ama aramızdaki şey geçen sene aşka dönüştü." diyen bir çift var. Onlardan hemen kaçmak gerekir. Onlardan çift olarak da bi' cacık olmaaz, teker teker de bi' cacık olmaaz. Ultra mantık ilişkisidir bu. Dön dolaş yıllardır doğru düzgün bir hareket yok, razı olduk birbirimize ilişkisidir. Bir de hani mütevazı bir tavrı olsa anlayacağım da, yok arkadaş. Dünyanın en büyük aşkına dönüşmüş olur bunların s.kik ilişkileri. Öyle anlatırlar.

Aşk nerede?
Resmi şurdan aldım.

Bu ilişkinin kadınının, diğer kadınlara bu sıçmık şeyi izah etmek için kurduğu klişe cümlesi şudur. "Aşk meğerse yanıbaşımdaymış, hep orada duruyormuş da ben fark etmemişim. Ne kadar inanılmaz değil mi?". Kendisine cevabım: Siktir ordan, yalancı yelloz.
Bu ilişkinin erkeğinin, çevresindeki erkeklere kurduğu klişe cümlesi de şudur: "Çok kadınla beraber oldum, çok kadın tanıdım. Ancak Sevim bir başka. İnsan bunları yaşamadan göremiyor." Kendisine de cevabım: Yalancı .bne!

Erkek açısından bakıyorum. Yahu gözümde bu durumun hiç elle tutulur bir durumu yok, sıfır tutku ya, sı-fır. Ruhunu satmak gibi... Yahu karı 6 sene önünde durmuş, hiç hallenmemişsin. Sözümona daldan dala uçmuşun da, sonra doğruyu görmüşsün. Yer miyiz? Yemeyiz. E ben de erkekte bu işin nasıl işlediğini az çok biliyorum. Tamam her aşk yıldırım aşkı olmak zorunda değil, kabul. Ancak altı sene gözümün önünde olup da hiçbir gözle görülür bariz değişiklik olmadan bir anda aşık olabilecek bir "duygu patlamasını" da riyakar buluyorum. Hele ki bunun bir de çok saygın bir şeymiş gibi lanse edilmesi. Iyyy. "Yaaaa ben var ya ben, kadından kadına koştum, bu en iyisi. Gördüm geçirdim ben siz de oyalanmayın gençler" havası... Görmüş geçirmiş sanabilirsin kendini, ama bana göre sen işin sırf görme kısmındasın haberin yok. Geçirme konusunda daha edilgen bi yapın var. Görmüş geçirilmiş diyebilirim.

Kadın açısından bakmaya "çalışıyorum": "Ya bu herifin şeyini doğrultması resmen 6 sene sürüyor. Hayat geçer mi lan bunla. Yok yok, hayır gelmez bana bundan anacım. Zaten bendeki elektrik desen 6 senedir kesik, şimdi bi flaş patladı diye. O hooo. Bi' dahaki flaş ne zaman patlar bilmem. Hiç oluru yok." Yani olayın ayyyy aradığım aşk yanıbaşımdaymışla filan hiç alakası yok. Senin aradığın aşk neyin başında belli bence. Ama neyse efendilik bende kalsın.


Gördüğünüz gibi, akşam akşam fena halde kızdırdılar beni... Dün gece Billie Jean'le beraber okuldan iki arkadaşımla buluştuk. Hani şu ilişkileri bi' anda aşka dönüşen çiftle. Bütün akşam böyle zırvalarla beynimi s.ktiler. Öyle böyle s.kmek de değil, o fukara beynim evrilip çevrilmekten bi' hal oldu. Her pozisyonu denediler üstünde. Misyonerle başlayıp doggie'yle devam ettiler, jokeyle taçlandırdılar. Ben o zavallı beynimi kaçırmaya çalıştıkça pozisyon değiştirdiler. Bir kişi olsalar iyi, ikisi birden resmen gangbang. Şimdi şimdi çayla toparlıyorum kendimi.

Hani söyle insanlar vardır, sizin de çevrenizde var mı bilmem. Bakın şu tat:
"Hadi buluşalım. Bir araya gelelim hepberaber. Okul tayfasını toplayalım." Bu p.zevenkler hep de tayfa kelimesini kullanırlar bu iş için. Tayfa. Ne kelime ama, Tayfa!. Zannedersiniz herif bizim Pısırık Bilal değil de Kaptan Hook. "Tayfayı toplayalım." Hasbinallah ya.
Bu tayfayı toplayalımın gerçek açılımını yazayım mı size, aynen şöyle: "Hadi bi buluşma organize edelim, okuldan 100 kişi bir araya gelelim. Alakalı alakasız. O kadar saçma bir kalabalığı bir araya getirelim ki gidip oturacak bir yer bile bulamayalım. Haçlı orduları gibi görünelim sokaklarda. Ayrıca bir türlü nereye gideceğimize karar veremeyelim. O buluşmadan da kimse bir şey anlamasın zaten sik gibi oturalım bütün gece. Ayrıca kıl olduğun bir iki tip varsa aman bana söylemeyi unutma onları da çağıralım. Öyle bir organizasyon olsun ki bu hiçbi' s.ke benzemesin."

Lan tayfa! Nerdesiniz olm?

Bu tip organizasyonlar, yani bu Kaptan Hook'un düzenlediği gibi olanlar, hiç şöyle güzel bir ortamda geçmezler. Bir restorandan yer ayrılmış, dostlar yavaş yavaş geliyorlar mis gibi. Sosyalleşiyorsun ne güzel. Uzun zamandır görmediğin birisi pat geliyor, iki kadeh yuvarlıyorsun onunla, çok hoşuna gidiyor. Aşırı bir kalabalık yok en çok 10 - 12 kişi. Ne iyi oldu ya diyorsun içinden. Var ya, Kaptan Hook'unkinde eskaza sevdiğin muhabbet etmek istediğin biri olursa grupta, o masanın ulaşman en imkansız yerine itina ile oturtulur.

Neticede ben sosyalleşmeyi çok severim. Ingıl ıkış iştense hiç hoşlanmam. Konu bu kadar basit. Keşke sevdiğim eski arkadaşlarımla düzenli bir araya gelebilsem. Neyse işte, Kaptan Hook bütün gece bir de "Tayfayı toplayalım yaaa" muhabbetiyle kafamı şaaptığı için bunları da yazdım.

Dün geceye döneyim çok kısaca. Ben, Billie Jean, Kaptan Hook ve yıllardır yanıbaşında duran ve ilişkileri bir anda aşka dönüşen sevgilisi Monçiçi (Kız monçiye benziyordu, isim yanıltmasın, güzelce bir kızdı, ancak seksapelini yitirmiş güzelliği kim neylesin) gittik oturduk boğaz tarafında bir restorana. Allahtan yemekler çok güzeldi de bir de ordan gol yemedik. Kaptan Hook'la Monçiçi aslında mahalleden arkadaşlarmışmış, birbirlerini ordan tanırlarmış. Bildiğiniz komşu kızı fantezisi. Çocuk atmış içine atmış içine :)))). Monçiçi'de aslında daha parlak bir zeka var. Ama Kaptan Hook çok acımasız, kancasıyla deşmiş kızın beyin loblarını. Tam güzel bir konu açıyoruz, muhabbet akacak diyoruz. Kız yine aşkın yanıbaşında durduğunu nası fark etmediği mevzusuna geliyor. Tam güzel bi' laf daha edicek, bi' bakıyo o yeni lafları etmek için beyninin kullanması gereken kısım yok. Kaptan'ın kancasında.

Monçiçiler vardı. Hatırlar mısınız?

E madem bu kadar muzdaripsin, bu kadar şikayetçisin ne işin var o kadar saat be adam diyeceksiniz. Ne bileyim. Hareket de oldu biraz. Eve döndükten sonra Billie Jean'le uzun uzadıya konuştuk durum üzerine. Böyle ilişkilerin beni ne kadar irite ettiğinden bahsettim ona. Kafa birisi Billie Jean, acayip muhabbet malzemesi çıkardı bize Kaptan Hook ve sevgilisi Monçiçi.
Sağolsunlar, varolsunlar.

2 Mart 2010 Salı

Bahara merhaba ilişkileri - Billie Jean

Her hareket, her duruş, her laf herkese yakışmaz. Bazısı sana küfür eder, hiç koymaz. Bazısı "Ulan" dese gidip bir kafa atasın gelir. Öyle işte. Bazısının dediğine hemen inanırsın, bazısı ağzıyla kuş tutsa olmuyordur.

Misal Rafet El Roman, adamın isminden cismine her yerinden romantizm akıyor. Romantizmi taşıyor adam. Romantik bir kelam etti mi, inandırıcı oluyor. Adam yazıyor sözlerini "Sen bilemezsin ne çektiriyor, yokluğun banaaaa, sevgilim?" diye. İnsan bir anda hemen sevgilisinden ayrı olduğu için üzülmüş bir Rafet'i hemen gözünün önüne getirebiliyor. Ben şimdi yazsam böyle bütün duygusallığımla "Sennnnn bilemezsin, ne çektiriyor yokluğun banaa, sevvgilim" diye. Kadın bana kesin şey der, "Ne çektiricek ya. Senin yalnızken ne çektiğin belli, arşivinin maşşallahı var. Ne haltlar karıştırıyorsun yine. Nerden çıktı bu sözler." filan der. Boşuna dememişler "Susuzluk hiçbir şeydir, imaj her şey." diye...

Ben bu sorunu aşk hayatımda çok şiddetli bir şekilde yaşıyorum. Sevgilimi eğer bir şekilde oturmuş sosyal çevremden yapıyorsam, karşı tarafın bana hiç güveni olmuyor. Çok korkak başlıyor ilişkiye. Allah bilir insanlar kıza nasıl hikayeler anlatıyorlarsa... Bu ilişkiler hiç konuşulmasa sırf bloglarda yazılsa benim için bayağı bir iyi olacak. Bu aralar bu durumdan çok muzdaribim. Hem şu an bir ilişki sürdürmeye çalıştığım kişiyle tam olarak bu sorunu yaşıyorum hem de meğerse İncili'yle de aynı tongaya düşmüşüm. Benim ortak, güzeller güzeli karısı Tontini İncili'yi uyarı üstüne uyarıyla mahvetmişler. Kızın o cafe'deki restorandaki aşırı gergin hali de bana peşinen duyduğu aşırı güvensizliğindenmiş. Kendi öttü, "Valla ben kızı uyardım" filan diye. Pek bir şey demedim. Kızmıyorum artık böyle şeylere. Resmen imaj kurbanı olmuşum da haberim yok.

Neyse üst satırlardan da anlayabileceğiniz gibi yeni bir takım işler peşindeyim. Bahar yaklaşırken hayatımda durmadım ki şimdi durayım. Bakın, siz siz olun bir an evvel bir sevgili yapmaya bakın. Yoksa bu güzel havalar sizi mahveder. Çünkü geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları. Ey kadınlar, antenlerinizi sevgililer gününde açacacağınıza 21 mart'ta açın. Resmen bahar geliyor çünkü. 2 haftaya kalmaz mevsim değişikliğinden ötürü vücutlar ne kadar hormon varsa salgılar. Herkes elini çabuk tutsun.

Kod adı Billy Jean. Kod adı nereden geliyor? Onu ilk gördüğümde arkada bu şarkı çalıyordu. Biliyorum size biraz Kartal Tibet - Hülya Koçyiğit filmi gibi gelicek ama hakikaten öyle. O benim görüş alanıma girer girmez kral aynen şöyle dedi: "She was more like a beauty queen from a movie scene"... Tam Türkçesi, mot a mot çevirisi şöyle: "Ya kadın resmen kadın değil, ilik ilik." (Yeminli tercümanlarsa şöyle çeviriyor: Daha çok, bir sinema sahnesinden fırlamış bir güzellik kraliçesine benziyordu). Gerçi bu aralar bir kadını ilk gördüğünüzde çalan şarkının Billie Jean olması çok olası. Rahmetli nur içinde yatsın, aramızdan ayrıldığından beri adeta yeniden keşfedildi. Her yerde çalıyor. Memnunum gerçi. Bu konuda bir sıkıntım yok.

Billie Jean'i çok kısaca tarif edeyim. 28 yaşında, İzmirli, esmer. Nişantaşı kasa, net olarak 8,5. 1,71 boyunda, topuksuz giymediği için ortalıkta gezinirken 1,75'ten aşağı hiç olmuyor. Saçları için tam ve belli bir stili olmayan kadınlardan. Bazen açık bazen toplu, bazen düz bazen dalgalı. Saçlarıyla oynamayı seven kadın tipleri ikiye ayrılır. Birinci grup: kendiyle aşırı derecede sorunu olan kadınlar, ikinci grup: kendine aşırı derecede güvenen kadınlar. Sorunlu kadınlar kendilerini bir türlü beğenmezler, yapboz tahtasına dönerler, uçuk modellere de oynarlar arada. Kendilerine güzellikleri konusunda aşırı güvenenleriyse her türlü güzel olduklarını bildikleri için hep karşı cinste başka bir şeyleri tetiklemeye uğraşırlar. [Futboldaki karşılığı ince çalım atmak diyebiliriz. Selçuk Şahin de habire ince çalım atmaya çalışıyor (ne gereksizdi ya), Alex de...] Bir de kendine en yakışan saç tipini ısrarla seçen/arayan kadın vardır. Bence her ikisinin de kendine göre doğruları var. Billie Jean'in çok berrak bir yüzü, ince bilekleri, azıcık damarlı ama güzel elleri, bir şey anlatırken boynunu çok güzel kullanan bir konuşma stili var. Genel olarak biraz coşkulu bir tip. Coşkulu tiplerin sesleri hep ya çok kalın ya da çok ince olur. Billie Jean'in sesi ince. Bazen fazlaca tizleşebiliyor. Ancak bu kadar kusur kadı kızında da olur. Zaten kendisi de resmen kadı kızı. Babası hukukçu.

gibigibiyim gibiyim gibigibi gibiyim gibigibiyim gibiyim

Erkek muhabbetlerinin vazgeçilmez sorularından sorularından biridir. Bir kadının güzel fiziğe sahip olup olmadığını anlamak için sadece bir yerine bakma şansın var. Nereyi seçerdin? Ne güzel bir sorudur bu ya, resmen beyin jimnastiği. İnsan cevabını düşünürken bile bir sürü güzel şeyi getiriyor gözünün önüne. Bence bu sorunun cevabı kalçalar. Tabii ki garantisi yok ama en zor şaşanı bu. Billie Jean, bir Jean reklamında kolaylıkla oynayabilecek kalçalara sahip. Hiç şakası yok, zerre acımaz. Kalpten cart diye götürür adamı.

Ben, arkadaşım Carlos vasıtası ile kendisiyle tanıştım. Carlos'un tanıdığı olduğu için Carlos'un kız arkadaşı Margarita'yı de tanıyor. Öyle çok samimi değiller, ancak anladığım kadarı ile Margarita'dan bana dair bir uyarı atışı gelmiş. Aklıma o bodrum tatilinde Pembe Panter ve Margita'yla tanıştığım gün geldi. O günün bugün yaşadıklarıma etkisi olması ne acayip bir şey. Margarita'nın benim hakkımda Billie Jean'e konuşması sanırım biraz da işime yaradı. Kadınlar, başka kadınların dediklerine çok şüpheci yaklaşırlar. Çünkü kıskançlığa karşı antenleri çok açıktır.

Mideleri de bir kez bulanmayagörsün ama, bu yüzden Billie Jean şu an için çok temkinli. Tam olarak beraber olduğumuz halde, deneme aşamasındaymışız gibi davranıyor. Bunun benim çok işime gelen tarafları da var; hiç işime gelmeyen tarafları da... İlişkiye başlamadan önce bir eşik var, o eşiği Margarita'nın benim hakkımdaki "uyarıcı" cümlelerinden sonra çok kolay aştım. İlişkiyi rayına oturtma anlamında ise o laflar kıçıma kaçıyor. Uzun zamandır ilk kez bir sevgilim varmış gibi hissediyorum. Üç haftaya yakın bir süre oldu ki hiç karıncalanmadım, temizim :P. Kafa bir kız. Carlos bir muhabbet esnasında buna bizim kasa tanımlarımızdan bahsetmiş. Billie Jean bana dedi ki, "Ben hangi kasayım?". Kafamda da çok net olduğu için net cevap verdim. "Nişantaşı kasa". Hem maldan anlamıyorsunuz hem de ukalalık yapıyorsunuz. Hakaret kabul ediyorum bu dediğini "Ben halis muhlis Alsancak kasayım" dedi. Bu kasalar da arttıkça artıyor :). Benim daha çok işim var çok. Zorla karıncalandırıcak beni.



bitti.


Bu hayatta aldığım ilk albümün sahibi, en sevdiğim şarkıların krallarının kralına saygılarımla,

yazının dibine ufak yeni bir bölüm ekliyorum.

Ustalara Saygı Kuşağı - Michael Jackson

Bundan önce hiçbir yazıma konu etmedim, hayhuycu kalabalıktan biraz ayrılayım istedim. Kaynamasın diye. Yazılarıma ne zaman girmek istediğine de zaten ben değil sen karar verdin. Hop diye söyleyiverdin Billie Jean'i, tam vaktinde.
Michael, çok büyük adamsın gözümde. Hatta bence aya ilk adım atan adam sensin. Neil Armstrong'un adımı bence resmen çakma. Çok antikarizmatik, ne o öyle sıçık şıçık kıyafetlerin içinde, teletubbie gibi... Yahu ayda yürümek var ayda yürümek var. Bi' kere öyle olsa, Moonwalker denince akla Neil Armstrong gelirdi. Şahsen Neil Armstrong'un ay yürüyüşünü taklit etmeye çalışan kimse görmedim. Oysa gerçek moonwalk'u milyonlar taklit etmeye çalışıyor. Ayda yürümek için ille de aya gitmeye gerek yok, bize sen öğrettin.
The King of Pop. Ölmedin, ölmeyeceksin.
Huzur içinde yat.

Bu yazının burasına kadar gelmeye tahammül eden herkes, lütfen ama lütfen aşağıdaki videoyu da baştan sona bir bir izlesin,

Michael Jackson - Billie Jean from lokyin on Vimeo.

 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket