26 Mayıs 2010 Çarşamba

Lüfer doğulmaz olunur!

Dün gece başladığım ama bitiremediğim, bugün reedit ettiğim yazı.Bilmeyenler için: Lafonten benim çok eski bir arkadaşımdır.

Dün gece:
Az evvel eve geldim. Lafonten bıraktı. Kafaları çektik. Şunu bilin ki şu an yazdığım her bir satır, yarın şirkete gidişimi 5 dakika ileri atar. İş de var ya neyse…Şu an ona kasamayacağım.

Lafonten az evvel çok komik bi laf etti. Sağolsun, içince saçmalıyor. Taze taze yazayım diye oturdum yoksa gecenin üçünde ne işim var. Dedi ki “Lan varya, bi’ gün ben ünlü olursam ne kasetlerim çıkar benim haa” (Bu aralar malum partinin, malum genel başkanının kaset skandalı vardı, gaza gelmiş hasbam)

“Ne kasedin çıkıcak lan i.ne” dedim.

ve konuşma şöyle devam etti. Sonradan düşününce ne kadar saçma ve komik olduğunun farkına vardığım bu konuşmayı kayıt altına almak istedim. Umarım atlamadan yazabilirim.

LaFonten: Bak yine en gıcık olduğum şey, hepiniz çok hafife alıyosnuz beni. Hafife alma olm beni. Var yaaaa, o kasetler bi çıksın, ah bi çıksın. Yer yerinden oynar yeeeeeeeeeeer.

T.I: Çok istiyosan çek kendin bakarsın star olursun, sızdırırsın piyasaya. Daaa, bana sorarsan değil yer yerinden bi s.k oynamaz be Lafontenim.” dedim.

Eğri oturalım, doğru konuşalım. Ben y.vşak bi adamım. Bu kanıya nerden vardın derseniz şurdan vardım. Ben çok içkiliyken, konuştuğum insanlara hitabım hemen değişir. Kimle konuşuyosam, sonuna iyelik ekini tık diye eklerim. Yok yok. Kendime haksızlık etmeyeyim, samimi olduğum birisiyle konuşuyorsam diyeyim. Örnek, sürekli Lafonten dediğim adama, Lafontenim derim. Tufan’a Tufanım derim, Carlos’a Carlosum derim.

T.I: Senin bu sektörde gelebileceğin maksimum yeri söyleyeyim mi Lafontenim

LF: Söyle be T.I’ım (benden beter olmasın bu da ayrı model bi y.vşak :))

T.I: Diyelim ki çektin. Senin görüntülerin gelebileceği zirve noktasını söyleyeyim mi? Bence senin kaset amatör turkish porn olarak youporn’daki, xhamster’daki yerini alır. 1 günlüğüne üst kısımları işgal eder. Ardından da benim gibi next next next’i tıklayıp sebat edenler görür seni. Yokolur gidersin. Yerler seni kurtlar sofrasında Lafonten’im. Ben de görürsem seni orda ne şoklanırım ha.

LF: Sen geç dalganı, şu babamı bi ikna edebilsem .... işinde para olduğuna, bi getiretebilsek o malzemeyi, direkt büyük işadamıyım olm. Lafonten Holding, Özel Lafonten Üniversitesi, Lafonten Hastaneler Zinciri, Lafonten Hayvan Barınağı... Hepsi yolda, paket program. Sen anlayamadın beni

T.I: Lafonten Hayvan Barınağı mı?

Lafonten: Yaaa, ne sandın inek! O klasmana çıktın mı bu işlere de giricen, sosyal sorumluluk, şşşş. Öküz geldin öküz gidicen. Heeey hey! Nato kafa nato mermer. Her şey planlı bende.

T.I: Lafonten Hayvan Barınağı, Sloganı da "Konuşun onlarla". Fabl mıydı lan o neydi.

LF: Ha fabl fabl. Hıyar!

T.I: Lafontenim ya o kadar okudun. Şu babanın, adamcağızın batırdığın paralarıyla var ya İstanbul’un bütün köpeklerini, kedilerini, hadi onları geçtim, boğaza akın yapan lüferlerini bile doyururdun.

LF: Orda dur! T.I’ım sen içince iyice sapıtıyosun, biz lüferleri değil, lüferler bizi doyurur. Bunu asla unutma. Öyle bi hayvandır lüfer. İnsana ihtiyaç duymaz, insan ona duyar. İnsan olmasa 10 numara hayat yaşar lüfer.

Bu hafta nostalji köşemizde: Lüfer Akını

T.I: Olm zaten lüfer kalmadı ki, onlar boğaza akın etmeden, insanlar onlara akın edince onlar da tepki koydular. Asil hayvan olm Lüfer. Sen ben gibi mi?

LF: İyi dedin. Amma yediler bizi senelerce di mi? Asil hayvan. Vay vay vay! Hep atlar asil hayvan, köpekler asaletin timsali filan derler ya. Yok yaa. Büyük yalan. Bence dünyanın en asil hayvanı lüfer.

T.I: Bence de lüfer. Evet lüfer.

LF: Niye olduğunu da izah edeyim, senin kafan basmaz şimdi T.I’ım.

T.I: Anlat koçum.

LF: Atın köpeğin binbir çeşidi var. İngilizi Arabı, kıratı, doru atı, yabanı, teriyeri, buldogu, sarısı, siyahı, almanı, fransızı. Saldırganı sakini, uğurlusu uğursuzu. Lüfer öyle mi. Lüfer lüferdir. Tutarlı. Tek renk, kafa kartıştırmaz. Büyüklüğü bile değişirse adı lüfer olmaz. Mesela at öyle mi, ulan el kadar midilli bile at. Lüfer öyle asildir ki bi küçüğünü aynı isimle çağıramazsın. Sarıkanat dersin. Lüfer öylesine asildir. Yavrusuna bile lüfer denmez. Lüferin yavrusuna yumurta denir. Ne denirmiş?

T.I: Yumurta

LF: Aferin. Yumurtadan çıkıp biraz serpilince Defneyaprağı derler, sen bilmezsin. Yenmez, günah. Senin anlayacağın, lüfer doğulmaz, olunur! Öylesine asil bir payedir ki lüfer olmak fazla kalınamaz o tahtta, lüferliğin sonu kofanalıktır.

T.I: Ulan Lafonten, biyoloji zooloji mooloji, hepsini bi kalemde sildin lan. Tür, cins, mins s.ktin attın hepsini bu nası bi karşılaştırmadır filan demek istiyoruım ama dediklerin de aklıma yatmadı değil. Sen yine de ayıkkafa bu önermenden fazla bahsetme, deli derler adama.

LF: Ben bu işin piriyim olm! Formül basit. Türkiye Cumhuriyeti Futbol Takımı Suriye’ye Şut Attı.

T.I: “Hı.”

LF: Olm hem cahilsin, hem de çok konuşuyosun. Büyük tehlike.
Türkiye Cumhuriyeti Futbol Takımı Suriye’ye Şut Attı. Hatırlamıyor musun?

T.I: Lafonten istersen ben kullaniym olm, iyice kanına karışmaya başladı lan alkol.

LF: Hıyarsın hıyar. At geriye kalan harfleri, al baş harflerini. TCFTSŞA, uzat bunları da, al sana Türk biyoloji müfredatının kırkıncı yılı. Unutulur mu lan bu? Bak o baş harfler şu anlama geliyodu. Kimdi senin biyoloji öğretmenin yaaa, o hoooo, çağıralım çeksin kulaklarını.

Tür, Cins, Familya, Takım, Sınıf, Şube, Alem.

T.I: Vay be, büyük biyologmuşun sen be Lafonten. AÇok hakimsin olaya. Atın bir sürü cinsi varsa balığın da bir sürü cinsi var diyercektim ki, senin mevzuyu yalayıp yuttuğunu sezdim. Sözün üstüne söz etmem hocam.

LF: Ne sandın, ben bu lüfer hipotezimi Türkiye Cumhuriyeti Futbol Takımı Suriye’ye şut attı imbiğimden geçirdim ve sonra insanlıkla paylaşıyorum olm. Her şey bilimsel. Bu çerçevede, ölçtüm, biçtim, tarttım, verileri analiz ettim. Sonuç: En asil hayvan Lüfer çıktı. İşkembe-i kübradan sallamıyoruz heralde. Denyo.

T.I: Oooooo, Kübra dedin işin rengi değişti şimdi Lafonten.

LF: Var ya, çok i.ne adamsın.

T.I: Lüfer mi Kübra mı?

LF: Ne alaksı var lan?

T.I: Lüfer mi Kübra mı?

LF: Ya sen ne pis herifsin ya, en içimi gıcıklayan şeye getiricen ille konuyu di mi? Seçim yapamnicam. Denizkızı olur ya, Lüferkızı diyeyim. "Üstü Kübra, altı lüfer olsun”

T.I: iğrenç adamsın vesselam.

Son dakika açıklaması:

Bu aralar Kübra diye bir afet-i devrana sardırdı arkadaşım Lafonten. Çok tatlı bir kız, kod adı da takdir edersiniz ki Lüferkız. Zaten bizim jargonda “içimi gıcıklayan” dedi mi anla ki iş sadece fiziksel etkilenme değil. Bildiğiniz aşık oldu kıza. Aşık olunabilecek bir kız gerçekten de... Uzun zamandır ilk kez doğru hedef peşinde görüyorum Lafonten’imi. Lafonten bu işlerde kendine çok güvenli gibi görünen, ancak böyle cidden etkilendiği durumlarda çok fena sıçan bir adamdır. Kendisi böyle olduğunu bilmez ama, o kendini hep güvenli sanar. Çaktırmadan bir desteğe ihtiyacı olduğunun farkındayım. (Şimdi böyle konuşunca arkadaşıma tepeden bakıyo gibi görünmek de istemem, dışarıdan bakıyorum sadece. O Allah bilir bende ne defolar görüyordur ve haklıdır.) Haftasonu için çok şahane bir organizasyon planladık. Ben, Billie Jean, Lafonten, Lüferkız. Billie Jean’e de brifingi verdim. Nası cilalayacağız Lafonten’i konusunda. O da bana “Senin bildiklerini ben unuttum güzelim, meraklanma .” dedi. Lan herkes de bana bi posta koyma yarışında bu aralar ya, neyse. Du’ bakalım.



24 Mayıs 2010 Pazartesi

Ben arısı gibiydim senden önce???

Valla bu aralar iyi düğün yaptı. Eş, dost, arkadaş eksik olmasınlar, sağolsunlar. Son birkaç aydır, her hafta, bilemedin iki haftada bir bi’ düğündeyim. Billie Jean de geliyor hepsine benimle birlikte. Geçen gün “bi düğün daha var dersen benim kıyafetim bitti T.İ” dedi. Lafonten “Burdaki mesajı alamıyosan o hasbehas senin öküzlüğün olm, dikkat et” dedi. “Ne demek istiyomuş profesör?” dedim. “Daha da Davos’a gitmem, gidersem beyazları çekerim diyo.” dedi. Yok öyle bir şey. “O kadar da altını deşmiyorum artık kadınların söylediklerinin be Lafonten” dedim. “Altını deşmeyenin altını deşerler.” dedi. Hasta mıdır nedir? Taktı herif bana. Bizim analarımız babalarımız daha bi erken evlenmişler, bugünkü yaşam o kadar erken evlenmeyi kaldırmıyor, dolayısıyla bu çıta yukarılara çıktı. Ama bizim neslin evlenme periyodu geldi artık. Bunu çevremden rahatlıkla anlayabiliyorum.

Bütün nikahların ortak da bir özelliği var. Hepsinde aynı şarkı çalıyor.
“Ben bal arası gibiydim senden önce Bak pervanelere döndüm seni görünce”


“Evet” diyosun, bu şarkı çalıyor. Dünyanın evet’le tetiklenen ilk ve tek şarkısı: Pervane. Söz Müzik: Özdemir Erdoğan. Güzel de şarkı ama, maşallah biz içini boşalttık. Her evet’ten sonra çalıyor.

- .... ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?
- Evet.
Hop. “Ben balırısı gibiydiiiim” Şarkı evetten sonra gelmeye o kadar alışmış ki, önceki soruya da bakmıyor artık. Her evetten sonra geliyor.

Önce sağdan giriyoduk sonra sol di mi?
Evet.
“Ben balarısı gibiydiiiiim. Senden önce.”

İlacını aldın mı?
Evet
“Ben balarısı gibiydiiiiim. Sendeeen önce.”

Gittiğim düğünlerin %75’i filan net Bal arısı. Ulan ya ben bu düğününe gittiğim insanları tanımıyorum, ya da bu işin içinde büyük katakulli var.

Ben bal arısı gibiydimi çalan ilk düğün: Tibetli Arkadaşım

Kaç senelik arkadaşım. İyi tanırım. Yahu hemşerim, senin neren bal arısı. Çok iyi adamsın canımın içisin o ayrı da, bal arısı değilsin yani bunu kabul edelim. Çocukluk aşkınla evleniyosun lan işte p.zevenk. Bal arısı mı kalmış. Bal arısı gibiymiş ondan önce, pervanelere dönmüş görünce. Bırak allasen. Yılların T.I’yıyım, ben böyle bal arısı görmedim. Bal arısından ziyade tibet öküzü. “Ben tibet öküzü gibidim senden önce, iyice gebeşe döndüm seni görünce.” diye bir şarkı olamayacağına göre, bal arısı şarkısı tercih edilmiş. Ha bir de şey seçeneği var tabii, hayat müşterek, bal arısı ille abi mi olmak zorunda. Öncesinde bal arısı olan belki de yengedir. O da ayrı bir anlam katar tabii şarkıya. Bal arısı ille de erkek mi oluyodu lan yoksa. Yormayın benim güzel başımı. Yenge bal arısıysa kabul. Helal olsun yengeme, şarkısını da çalmış.



Ben bal arısı gibiydimi çalan ikinci düğün: Harbi bal arısı arkadaşım

Bal arısı arkadaşım. Geçen ay evlendi. Bu adamı üniversiteden tanırım. Bizim bölümde değildi ama iyi tanırım. Çokça vakit geçirmişliğimiz vardır. Gördüğüm en çapkın insanlardan birisi diyebilirim. Komik birisidir. Bayağı da tantanalı bir düğünü oldu. Yakışır arkadaşıma. Düğüne gittim. Eee, hayat en güzel öğretmen, hiç şüphem yok, bal arısı çalacak. Kaçarı yok.
Sen Ali oğlu Veli, hiçbir baskı altında kalmadan... diye başladı memur.
Adamı iyi tanıyorum, ne diyeceğini biliyorum. Bi dinleseler.

- Siz. Ali oğlu Veli, hiçbir baskı ve etki altında altında kalmadan Aliye kızı Veliye’yi eşliğe kabul ediyor musunuz?

Eveet,valla iyi sordunuz memur bey. Şimdi açık söyleyeyim öyle net, direkt bana yöneltilmiş bir baskı, etki ya da tehtid yok. Ama toplum baskısı da dediğiniz baskılardan sayılır mı? Ona göre vereyim cevabımı” diyecekti kii.
Çocukcağız o ilk “Eveeet”i der demez, ki bu soru böyle ilk kez güzel güzel sorulunca eveti biraz bağırdı heralde ayı, bağırmasından sonra da büyük bir alkış koptu salonda. Çocuk lafını bitiremeden kıvılcımlar filan saçıldı, her taraftan buharlar çıkmaya başladı. Gökyüzünden gümbürtüler koptu, ışıklar saçıldı. Kutlama deyip işin şatafatını gölgelemek istemem. O bir kutlama değildi. Zannedersiniz cihan harbi çıktı. Ben hemen babamı aradım, nişasta, şeker, un depolayın, baba beylik tabancan duruyor mu diye de ekledim o telaşla. Sonra da hemen Bal Arısı başladı. Sakinledim, rahatladım, içime su serpildi.
“Ben bal arası gibiydim senden önce Bak pervanelere döndüm seni görünce”
Şimdi anlattıklarımdan da görünen o ki, bal arısı şarkısı bu adama cuk oturdu diyebilirsiniz. Yanılıyorsunuz. Bu adam da ikinci ayakta yattı. Yani şarkının ikinci bölümünde. Bak pervanelere döndüm seni görünce kısmında. Zira bu adam pervaneye filan dönüşmedi, bildiğiniz roketatara dönüştü. Duyduğum kadarı ile, baya bi hareketlenmiş herif. Kendisiyle konuşmadım. Duyduğum kadarı ile (yani bildiğiniz dedikodu).

“Ben bal arası gibiydim senden önce Bak roketatara döndüm, seni görünce”



Bıraksanız daha da yazarım aslında ama inanın taakatim yok. Kesiyorum burada arı maya maceralarımı.
Hadi tamam, erkekler zaten çok iplemiyorlar, ver şarkıyı dans edelim, verin şarkıyı oynayalım oluyorlar düğünlerde. Ancak kadınlar çok daha işin içinde değiller mi? Anlamıyorum ki. Hangi şarkıyla geleceğiz? İlk dansımızın şarkısı hangisi olacak? Pasta gelirken ne çalacak, giderkeimza atılırken ne çalacak. Konuklar mehter marşıyla geşllecek, İzmir Marşı’yla gidecek.
A be acayip insanlar. Bu kadar kafa yorup yorup Bal Arısı’nda mı karar veriyorsunuz ben anlamıyorum ki. Lan ben bu kafada olsam, büyük cıngar çıkarırım bal arısına.
- Muvaffak! Neyin balarısı bu. Bi anlat bakalım. Hııııı!
filan derim.
Bu herif .m üstünde fındık kırıyodu da, geldi bende duruldu. Ben de bundan gurur duyuyorumsa. Hiç kendinizi kandırmayın ve buraya tıklayın.

Şu güzelim naif şarkıyı da rahat bırakın.

Hamiş:
Sanırım ben çok pis bi’ insanım. İnsanların ne güzel mutlu mesut yaşayıp geçtikleri bir şeyi bile içimde amma kıllandırabiliyorum. Halbuki bırak adam ister Bal arısı çalsın ister eşek arısı. Haa bu arada, Bi tane arkadaşım da Bon Jovi – Santafe çaldı dans şarkısı olarak. O güzeldi.
Bu da haber bültenlerinin Bkz. Türkiye’de güzel şeyler de oluyor bölümleri gibi oldu. Hadi bye bye.


Lütfen dinleyin:

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Arkadaşının Yoluna Taş Koymak... Talip&Alben

Erkekler, ortamda güzel bir kadın varsa, ve arkadaşlarından biri o güzel kadına yazılmaya çalışıyorsa, yazmaya çalışan çocuğun anasından emdiği sütü burnundan getirmeye bayılırlar. Niye olduğu üzerine çok fazla kafa yormak istemiyorum, ama öyledir. Atıyorum şöyle ortamlar olur:

Arkadaşlar arasındasın. 2 çift, 2 kız, bir de erkek, 7 kişilik bir grup. Sevgilisiz gelmiş iki kızdan biri süper. Hal böyle olunca da tek erkek olan arkadaş da sabah erkenden kalkmış vize kuyruğuna girmiş. İstekli vize için, bütün belgeler filan tamam. Çok pis yazılacak kıza. Sıçık biyometriğini bile çektirmiş. Bir isim vereyim adama bari, hep bir erkek diye bahsetmeyeyim. Talip. Talip koydum koçumun adını. Fena halde Talip. Soyadı da Yürekten: Talip Yürekten. Kız da güzel kız şimdi... Onun adı da Alben olsun. Alben Birumut.

O gün artık ne yapılacaksa, program yapılmış. Gruptaki üç erkek de birbirlerini iyi tanıyorlar, eski arkadaşlar. İkisi sevgilisiyle gelmiş, Talip Sapinto. İki de tek tabanca kız var. Kızlar, erkekler dolayısıyla tanışıyorlar daha çok. Ancak yine da yakın arkadaşlar diyebiliriz.
Alben çok güzel, su içinde 7,3 (Su içinde derken mecazi manada değil, denizde bikiniliyken) KGG ile 7,5’u rahat zorlar. Talip de güzel çocuk Allah var. Fakat Talip hafiften maymunize olmuş. Ya da oldu olacak. Talip, diğer iki erkek arkadaşıyla Alben’in albenisi üzerine konuşmamış. Biraz öyle yönleri var Talip’in, her boku konuşur, bu işlerde ketumluğu sever. O yüzden bu yolda yalnız. Talip maymunize oldukça diğer iki erkek arkadaş, birbirlerine bakıp ince ince gülüyorlar. İçlerinden “Yapma olm Talip, bunlar seni sonuca götürecek hareketler değil.” diyorlar. Ancak çoğu zaman kendilerinin de bu durumda olmalarının acısı tatlı tatlı sızlatıyor yüreklerini. Biliyorlar, bu doğru değil, ama onlar da hep bi kadını etkilemek istediklerinde aptallaşabiliyorlar. Talip kapıları zorluyor. Alben ise her şeyin farkında. Hiçbir şey anlamıyormuşa yatıyor. Az anasının gözü değil (Geçmiş anneler günü kutlu olsun, ana geçirmesem bu yazıda ayıp olurdu). Alben’in ortamdaki üç kız arkadaşı da Alben’le durumu konuşmamış. Kendi aralarında şey diyorlar: “Alben istemese, şimdiye kadar kırk kere kovalamıştı Talip’i”. Erkekler, Alben’in halinden hiçbir şey anlamıyorlar, daha doğrusu anlayış göstermiyorlar. Oğlan maymun oldu sadece diye görüyorlar. Ama ortamdaki kızlar, Alben’in pozitif olduğunun farkında. Alben, neredeyse hiç ışık yakmıyor Talip’e. Ancak kızlar biliyor, yakılmayan bir ışık, kapatılan bir kapıdan çok daha umut vericidir.

Talip akınlarını sıklaştırıyor. Ortamdaki diğer kızlar, hiçbir şey yokmuş gibi ultra bir profesyonellikle olaya yaklaşırken, erkekler Talip’e karşı agresifleşiyorlar. Talip Alben’e, işyerinde son dönemdeki bir sorunu nasıl da kolaylıkla çözdüğünü anlatırken, erkeklerden biri şey diyor.

“Lan Talip,ne komikti lan di mi? Matematikçi seni sözlüye kaldırdığında nası osurmuştun lan tahtada” “Hahahahahaha, hohohohoho.”

Talip de gülüyor. Çaresiz, bozulamaz çünkü o durumda, bozulursa masanın kompleksli adamı oluverir. Ayar çekmesi lazım. “11 yaşımdaydım lan o zaman.” Filan diye gülerek ortamı toparlamaya çalışıyor. Ancak “Hay ben senin 7 sülalenin yüzüne osurayım” diye geçmiyor da değil içinden. Biraz dolambaçlı yollardan da olsa Talip bu durumu da atlatıyor, sözlüde osurduğu ufak ufak unutuldu, ancak laf oraya dönmesin diye muhabbette ara ara kıvırmalar, konu saptırmaları yapması gerektiğini biliyor. Talip günün başındaki o Talip değil. Artık içi hiç rahat olmayacak. Alben’i etkilemeye çalışırken, hemcinslerinden gelecek ataklara karşı da hazırlıklı olmak zorunda kaldı çünkü, odak ikiye bölündü: Alben ve hemcinsleri. Talip 1-0 mağlup, üstelik golü beklemediği kanattan yedi. Yine de devam eder Talip, çünkü o gerçek bir talip. Masada herkese anlatıyor hikayelerini, ama en çok Alben’e bakıyor. Haydi Talip devam et.

Gülün bakalım kendinizce muhabbet kuşlarına

Talip Alben’i dinlemek istiyor, ona kendini iyi hissettirecek sorular sorup, Alben’in cevap vermesini ve muhabbetten zevk almasını sağlıyor. Muhabbet rayına girdi. Alben gülmeye başladı. Talip de biraz rahatladı. Yapma Talip, rahatlık çok büyük yanlış Talip. Yine bir ters kademe hatası, erkekleri çok boşladı.

“Talip lan, senin bi eski sevgili vardı, bi gece çok içtiğinde kusmuştun ya kızın üstüne, ertesi gün ayrılmıştınız. Onu gördük geçen...”

2-0 oldu. Diğer erkek attı bunu da. Talip 1-1’i yakalamak üzereyken bir anlık dalgınlık, futbolumuzun en büyük yarası olan zor gol atıp kolay gol yeme hastalığımızın nüksetmesine sebebiyet verdi.
Demiştim, Alben anasının gözü. Her şeyin farkında. Bu konuya daha gülünemeden, o hikayeye geçilmeden, başka bir konu attı ortaya. Talip’i kurtardı: 2-1.

Gün bitiyor, artık dağılma vakti. Talip son sözü söylemedi, Alben’e nereye gideceğini sordu. “Aaa, tam yolumun üstü, ben de orada bir yere uğrayacağım zaten.” dedi. Halbuki nasıl alakası yok o yolla, olsun. Alben’i Talip bırakacak. Üstelik erkek arkadaşlarından hiçbiri o arabada olmayacak: 2-2. Hiç olmazsa bir puan, o bir puan sezon sonu şampiyonluğun anahtarı olabilir. Bravo Talip.

Sorun aslında biraz şurada, Talip arkadaşlarına durumu izah etmediği için, arkadaşları da sorumluluk hissetmiyorlar. O kadar yıllık arkadaşları olmasına rağmen acımasızlaşabiliyorlar. Zaten hafiften gerginliği de bu yaratıyor. Anlatmamış olmak. Ne olursa olsun çok büyük salaklık. Bana yapsa bunu arkadaşlarım, büyük arıza çıkartırım.

Yahu adamı asiste edeceğin yerde, hayatını zorlaştırıyorsun. Bence, bir erkek belli bir yaşı geçmiş ve bu salaklığı hala üzerinden atamamışsa, o heriften hiçbir b.k olmaz. Burada Talip’ten taraf olmam, onun büyük masumiyetinden kaynaklanmıyor, pozisyonlar değişse, o da aynı şeyi yapabilir. Unutulmaması lazım, arkadaşlar destek içindir, köstek değil. Haftasonu Billie Jean’in bir arkadaş grubunda gözlemledim bu durumu. Yazasım geldi.
Ben böyle şeyleri yapmayı bırakalı 10 sene filan oldu ama, hala çok görüyorum çevremde. Yapmayın böyle şeyler beyler. Ayıp oluyo.

4 Mayıs 2010 Salı

Cesaretin sonu esarettir. Lafonten&Cesuryürek

Bazı kadınlar vardır. Daha doğmamış çocuğa don biçerler. İlişkiye başlamadan acayip büyük anlamlar yüklerler o ilişkiye. "Lan noluyoruz? Hop hop hop, bi dur." diyene kadar kafasal olarak ilişkinin bambaşka bir boyutuna geçmiştir o.

Atıyorum flört aşamasındasındır. Daha yeni yeni tanıyorsun, huyunu suyunu çözmeye çalışıyorsun. Defansı kalabalık tutup kontralarla golü arıyorsun (gol derken inanın cinsellikten bahsetmiyorum). O evre, iki takımın birbirini tartması. Tamam diyorsun sonunda, öyle yine çok çok tanıdığın filan da yok da, "olabilir, neden olmasın, acaba o da benden hoşlandı mı? Pek de tanımıyorum ama olsun. Acaba öpsem mi dudak yanak birleşim noktasından" gibi durumlardasın. Az çok karar verdin, olabilir bu iş diyorsun. O da istiyor mu acaba? Sinyaller olumlu ama... İşte o anlarda erkekliğe biçilmiş en kritik görevlerden biri gelir ve kapına dayanır. İlk adım. Bu arada, ilk adımı atabilen kadınları ben çok severim, ancak çok azlar. Neyse, sevgili namzetine ilk adımı atmak için artık bir şeyler düşünmek lazım. Güzel bir restoranda mı yapsak bu işi, ya da hop öpsek mi bir anda? Tık bi' yerde elini mi tutuversek. Sarhoş olup mu söylesek (Sarhoşun samimiyetine daha bir inanır kadınlar.) Yalnız sarhoş dediysek küfelik olmayın, kusmayın kadının üstüne. Sonuç olarak bir karar verdiniz ve artık niyetinizi ifşa edeceksiniz, "gözüm var sende" diye.

Söylediniz. Alışkınızdır biz gerçi ama, öyle ÖSS - ÖYS gibi sonuçları beklemeye gerek yok. İş şu hızda ilerliyor, söz sizin ağzınızdan çıktı:

1- Kızla mesafeniz: Yarım metre olduğunu varsayıyorum. (Dağdan haykırmayacaksınız ya aşkınızı.)
Yarım metre için:
Ses hızı 340 m/s olduğu düşünülürse, sesiniz yarım metreyi 0,5/340 saniyede yani 0,0014 saniyede alır.
Kulaktan beyne sesin ulaşması ve beynin vücudu vereceği tepkiye hazırlaması: 0,1 s

Yani 0,1014 saniyede kadının gözbebekleri cevabı verdi.
Bizim onu görmemiz ve bu görüntünün beynimize ulaşması 0,1 s (kadının gözünden ışığın bizim gözümüze ulaşması için geçen süre 0,5/300.000.000 gibi bir sayı olduğu için onu yoksayıyorum, ee ışık hızı diye boşuna dememişler)
Sonuç: Hepi topu 0,2014 saniye, saniyenin 5'tebiri. Vücut neler salgılıyor kimbilir?

Özetle,üniversite sınavları gibi değildir, öyle meraktan çatlatmaz. Bunda girip giremediğiniz 0,2014 saniyede belli olur. Yahu, ilişkiye girip giremediniz demek istedim. Hemen fesatlaşmayın. Sonra beyni donunda olan ben oluyorum.

Neyse, kadının gözünde ışığı gördünüz. Yüzünüze bir gülümseme geldi. O tatlı gerginlik yerini hoş bir heyecan ve rahatlığa bıraktı. Bu gerginlik ve rahatlık arasındaki geçişi size nasıl anlatsam ki? Düşünün ilk adımı atmadan az önce beyninizde çalan müzik Jaws müziğiyken, şimdi Besame Mucho filan çalıyor kafanızda. Tam relaxing şarkıdır. Besssaameee, bessame muuuco (Öp beni, çok öp)

Eee, biraz da o konuşsun artık. Şimdi artık bir iki güzel şey de o söylesin değil mi? Herkes ödülü haketti. O da siz de, işin içinde emek var ne de olsa. Kafada Besame çalarken, kadın konuşmaya başlasın. Fısılda güzelim aşk sözcüklerini kulağıma, haydi:

"T.İ, ben de bir başka hissediyorum senin yanında. Ama bu yola çıkmaya cesaretinin olması... İnan hem şaşırdım hem çok mutlu oldum."

Besame Mucho mu? Neyine lan senin? Kapat! kapat kapat kapat! S.ktimin Besame'siii. Beynim, iç sesim, koyun oğlum Kayahan'dan "Ben nerde yanlış yaptım?"ı. Eziyet et kendine Kayahan'la. Hamur gibi yoğursun beynini Kayahan.

"Ama bu yola çıkmaya cesaretinin olması..."
Ne yolu yahu? Hangi yola çıkıyoruz? Baharat yolu mu? İpek Yolu mu? Neyin cesareti ayrıca, İstanbul'u mu kuşatıyoruz. Düşman hudutlara mı dayandı? N'oldu?

Yok güzelim yok. Benim bi cesaretim filan yok. Noluyoruz ya? Ünlü Türk düşünürü Lafonten der ki: "İlişkilerde cesaretin sonu esarettir." Çok büyük bi' düşünür değil de, bazen böyle önemli laflar eder. İlişkide ciddiyet ve cesareti ayırıyorum ben. Şahsen her ilişkimde çok ciddiyim diyebilirim.

Güzelim tamam, büyük bir ciddiyetle yaşayalım, amaaa, bir sincap gibi mesela... Ne kadar anlatabildim bilmiyorum. Yola çıkmaya cesaret filan, sakin olalım. Cesaret kelimesini ilişkiler için kullanırken dikkatli olmak lazım. Cesur, atılgan vs. olmak iyidir. Hayatın her alanında. Burada bahsettiğimiz aynı şey değil ama, erkekler beni çok daha kolay anlayacaklardır. Hanımları bilmem. Kadınlar ciddi ilişkilerin (ya da ciddi olmaya ilişkilerin) içini erkeklere göre çok daha hızlı boşaltıyorlar aslında. Erkeklerin bu konudaki kötü şöhreti ise kadınlarla yarışamaz bile. Niye öyle lan?

Arkadaşım Lafonten'le Billie Jean'in bir arkadaşı arasında bir yakınlaşma oldu. Bundan sonra kendisininden Cesuryürek (Cesaret yolundan bahsetmiş, o yüzden) diye bahsedeceğim bu hanım, demeyeyim diyorum ama biraz acayip birisi. Billie Jean'in top10 arkadaşından biri değil. Ancak güzellik olarak ilk 3'te olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sarışın, dümmmdüz saçlı ipek gibi, buğday tenli, kendine dikkat eden, 1,70 boy, fit, burun estetikli, çok güzel olmuş. Hiçbir falso göstermemekle beraber kafa olarak bizden bir hayli uzak. Yanlış kelimeler kullanarak tehlikeli sulara girmek istemiyorum. Kafa olarak bize uzak diyeyim. Siz anlayın.

Ben en baştan dedim, "olmaz olmaz" diye. Billie Jean de, ooo Lafonten bayılır ona filan dedi. Benim kadar tanımadığı için Lafonten'i. Lan Cesuryürek'e kim bayılmaz. Resmen fıstık gibi kız. Adamın rüyasına girer. Tabii bayılır Lafonten. Fakat "Lafonten onunla ilişki yaşayabilir mi onu bilmiyorum." dedim. "Benim gözümde bu kızın açılışı 10 aydan başlar." (Bakın beni yine yanlış anladınız farkında mısınız? Bugün bu iki oldu) Açılışı derken sevgilisiyle "normal bir ilişki yaşıyorum" kafasına gelmesi demek istedim. Biraz fazlaca ehemmiyet veriyor da boş şeylere. Fesatsınız fesat fesat.

Böyle kadınların ilişki statüleri hep "a bit complicated" (Türkçesi: Biraz karışık) olur. Bunu severler. Lafonten de eylem adamıdır, aksiyon adamıdır. Çok fazla oyalanmayı sevmez. Ben mesela daha çok gelirim öyle oyunlara, severim, sınırlamadığım için kendimi. Lafontense kapılır gider. Bana göre daha bir "ya herro ya merro"cudur. İlişkileri daha uzun sürer, ilişkileri sosyal hayatından onu daha çok kopartır falan filan. Bu yüzden bin kat daha dikkatli olması gerekiyor. Koçum benim.

Güzel Cesuryürek, Türkan Şoray kanunlarını solda sıfır bırakacak kanunlarını açıklar açıklamaz Lafonten neye uğradığını şaşırmış tabii, lan n'oluyoruz diye. Hemen ada konseyini topladı. Büyükada'da cumartesi öğlen bir yemek ayarladık. Gündüz. Resmen orası dertleşme mekanımız oldu. Erkek muhabbeti. Ada konseyi oldu o işin de adı :). Denizin üstünde bir restoran var, adını vermeyeyim. Dert yanmak için topladı bizi Lafonten. Adalıdır o zaten, babasının bir evi var orada. 3 erkek toplaştık. Lafonten önce kendi analizlerini anlattı. Cesuryürek'e nasıl deli olduğunu, resmen içinin gittiğini, lakin kadının deli olduğunu. Biz de görüşlerimizi söyledik. Erkek muhabbetinin de tadı tuzu ayrıdır ve size söyleyeyim, rakı masasının çözemeyeceği problem yoktur. Kalktığımızda sorunu kafada bir hayli çözmüştü. Ada konseyi işi sonuca bağlamıştı. Sonuç "Sana hemen aklıbaşında birini bulmamız lazım Lafontenciğim, zaten bi gram beynin var, onu da karılara kaptırıcan yoksa!" "Tamam dedi, haklısınız. Ama sizin beyniniz kaç gram lan .bneler."
"Valla benim beyin seninkinden %20 az çeker Lafonten, açık söylüyorum." dedim.
Üçümüzün beynini toplayınca 2,7 gram filan ediyo işte, anca öyle karar verebiliyoruz. Söyle bakalım. "Şu tekir gibisi var mı?" Ne güzel balık di mi? Lafonten durur ve "Balık gibi abi kız ya, resmen balık".

Bu cevap üzerine biraz önce ettiğim lafı revize etmem gerektiğinin farkındayım.
"Rakı masasının çözemeyecği problem yoktur, en azından bir süreliğine..."

Ben derim ki, rahat olun.

 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket