5 Kasım 2010 Cuma

Büyük Şef: Devam... Bomba kimin elinde?

Dikkat: Bir yazı, bir önceki post’un devamıdır. Önce onu okumakta fayda vardır.

Nerede kalmıştım? Evet hatırladım.

Dile kolay, Djemba Djemba’ya zor koskoca iki ay. Büyük Şef’le her zaman bağlantıda kaldım, ancak hiç çizgiyi aşacak derecede sarkmadım. Derken hani haber bültenlerinin sonunda olur ya: “Türkiye’de güzel şeyler de oluyor." diye... İşte öyle bi’ haber aldım. Yasemin çok büyük, uluslararası bir firmadan mevcut maaşının 1,5-2 katında bir teklif almıştı. Onun için ne kadar sevindim anlatamam. Büyük Şef’in üzerindeki “Şirkette dedikodu olur, ne de olda ortak tanıdık var. Çalışanlarıma madara olamam” baskısının kalkmasının bu yaşadığım sevinçle inanın hiç alakası yok. Tamam, o sevinci en az bi yedi sekizle çarpmış olabilir, ama sonuçta sevindiğim ham olay, Yasemin’in terfisi.

Kaldı ki şöyle bir şey de var. Ben boğazımı kesseler, gidip de Yasemin’e Büyük Şef’le yattım filan demem ki. Gerçekten demem. Hem centilmenliğe yakışmaz, asla ve kat’a yapmam böyle bir şey. Hemde yani şimdi, insan bindiği keser mi (Teşbihte hata olmaz, teşbihte hata olmaz.). Hiç kimseye faydası olmayacak, bir sürü insana zarar verecek bir iş. Anlatmam.

Neyse, Yasemin’in gidişiyle beraber kelimenin tam anlamıyla orta sahadaki baskıyı arttırdım. Yine de verimsiz yan paslardan öteye bir türlü geçemiyordum. Büyük Şef’i İki günde bir filan mutlaka bir bahane bulup aradım. Anlıyo’ tabii o da her şeyi, anlamaz mı? Daha o ilk gece, ilk ona baktığım andan beri her şeyi biliyor. Ne de olsa ben giderken o geri dönüyordu.

Peki o ne kadar istekli? İşte bu büyük bir tartışma konusu. Ancak ben biliyorum, kesin istekli. Yoksa iki ayda mutlaka bi’ şekilde beni uzaklaştırmasını bilirdi. Ben, o mesajı alınca, yani bir şekilde tamam artık yeter! Mesajını inceden verdiği anda, asla karşı tarafın üzerine gitmem. Asılmak (bu kelime bile biraz rahatsız edici ama inkar edemicem, asılmak) asılmak ve rahatsız edici olmak arasında gerçekten çok ince bir çizgi vardır. Erkek, bu çizgiyi çok çok iyi bilmek zorundadır. Yoksa yaptığın en süper güzellik bile, inanılmaz bir antipati uyandırır. Hiçbir erkek bu duruma düşmemelidir. Bu, birçok zaman vazgeçmek anlamına gelse bile...

Ben Büyük Şef’ten hiçbir zaman öyle negatif bir elektrik almadım. Ama Allah var, hiç yeşil ışık da almadım. Hep sarı, hep sarı. Sarı sarı sarı. Hazırol T.I, hazırol T.I! Bu arada onu sadece bir kez daha gördüm.

Bir öğlen onun işyerinin oradan geçerken “Sizin oradan geçiyorum da seni de bir arayayım istedim nasılsın?” diye sordum. Ki saat 15:30 filandı. "Yemeğe ancak çıkabildim. Bizim işyerinin orada bir restoranda, bir şeyler atıştırıyorum. Laptop’ımda yanımda zaten, iş çok.” dedi.Ben de “Çok yakınım, şuradaki bilmemneye uğrayacağım.” gibi bir şeyler derken, “Gelsene vaktin varsa beş dakika” dedi.
“Allah'tan senin iş yerine yakın bir yerlerdeyim." derken yalan söylememişim diye geçirdim içimden. 5 dakika sonra yanındaydım. Aman tanrım!
Eğer zarafet diye bir şey varsa, bu kadının duruşu, güzelliği, hali ve tavrında vücuda geldiğine eminim. Çok güzeldi, çok. Beyaz, manşetlerinin ve yakalarının ucu azıcık dantelli klas gömleği, bir profesyonelin elinden çıkmış gibi duran makyajı, kırmızı ojeleri, dokunduğunda “Aman Allah elimde kalacak” diye korkutacak derecedeki yumuşak elleri. O anda bu güzel kadına ne olursa nasıl “Büyük Şef” gibi kod adı verdiğime pişman oldum. O ne lan öyle, kızılderili adı gibi. Çok salağım çok. Kadın, tek kelimeyle Lady gibi, çok afedersiniz andaval T.I kafasına büyük Şef diye kodlamış. Allah ıslah etsin.

Neyse,
Hani bir hareket vardır. Birisi gelince ayağa kalkmazsın da, kalkacak gibi yaparsın, ama hareketinden ayağa kalkmayacağın bellidir. Kaykılmakla ayağa kalkmak arası bir şey. İşte o hareketten yaptı. Böyle poposu ve sandalyenin arası azıcık açıldı o kadar. Ne kibar, ne zarif kadın.
Onun yemek yiyorum dediği var ya, inanın hiç kafanızda canlandırdığınız gibi bir şey değil. Çok çok küçük bir miktar, bir sebze yemeği için bile o kadar küçük ki. Kabaklı bir şey yiyordu. Minicik ya minicik. Aklıma geldi, bu yaşta böyle olabilmek için de zaten neredeyse hiç yemek yememek lazım. Bu arada, nasıl da seksi bir yemek yiyişi vardı. Hani çatalın ucundaki şeyi dişlerinin arasına sıkıştırıp sonra çatalı yavaşça çekme hali vardır ya, dudaklarını tam kapatmadan. Kadının normal yemek yiyişi o seksilikte. Belli ki, yemeğin tadına varmayı çok seven birisi, tam benim kafadan. Yaldır yaldır hemen diliyle yemeği buluşturmuyor, tadını çıkartıyor.

Ya, nihayetinde düşününce, Büyük Şef gerçekten o dönem için benim kalibremin çok üzerinde bir hedefti. Çok güzel, çok başarılı, sonuçta çok daha görmüş geçirmiş. Ama son birkaç haftadır, telefonda kendime güvenim bir hayli yerine gelmişti. Onu gördüğüm o an anladım ki telefon kolay tabii, yüzyüze nerede o rahatlık. Resmen kadınla “siz” diye konuşasım geliyor. Telefonda sürekli sen diye konuşup yazışmasam valla belki siz derdim.

“Neler yapıyorsun işler nasıl gidiyor?”, “İyi güzel.” gibi konuşmalardan sonra, yemeğin sonlarına yaklaştık. Çok şükür ki aklım hala biraz da olsa başımdaydı. Bu sayede asla ve kat’a, değil Yasemin demek, inanın y ile başlayan kelime dahi kullanmadım. Havadan sudan konuştuk. Sonrasında tekrar konuşmak üzere ayrıldık. Ben de güzel bir kahve içmiştim o yemeğini yerken. Ben masanın hesabını ödemeye yeltenmedim. Konuyu dert ettiğimden değil, sadece gerçekten ayıp olur diye.

Ertesi hafta çok net bir şekilde anlayacaktım ki, aslında o yemek bir testti. "Yasemin’den hiç bahsedecek miyim, bahsetmeyecek miyim?" testi. Çok şükür ki, attığı tüm zarflara rağmen, 100, tam not almıştım. Gel gör ki, ışık hala sarıydı, ama artık yanıp sönüyordu. Hissediyordum. Yanıp sönüyordu.

Derken... Günlerden bir gün,

Bir akşamüstü telefonum çaldı."Büyük Şef Arıyor!” yazıyordu.
O gün işi astığını, evde takılıp kitap okuyup, şarap içip, film falan izlediğini söyledi. Yakınlarda olup olmadığımı sorup davet etti.
“Tabii tabii, yakınlardayım.Birazdan oradayım” dedim.Ancak bu sefer bi’ önceki gibi doğru söylemiyordum. Ben Kabataş-Karaköy tarafındaydım, o ise ta Yeşilköy’de. Üstelik Anadolu yakasındaki evime çok uzaktım. Banyo yapmalı, bütün gün üzerimde durmuş kıyafeti değiştirmeli ,kendimi iyi hissetmeliydim. Buna ihtiyacım vardı. Eve gitme planını çoktan askıya almıştım bile. Üstüm başım da fena sayılmazdı. Çok şükür ki işyerinde her zaman yedek tiril bir beyaz gömlek bulundurmak gibi bir huyum var. Gömleğimi değiştirip fırladım.

Arabaya atladım, kontağı çevirdim. Yola çıktım kiii... Aman Allah’ım, o nasıl bir trafik. Arabayı da çıkarmış bulunmuştum. Ya b'i yol hiç mi gitmez, hiç mi kıpırdamaz. Yok arkadaş. Kıpırdamıyor. N’oluyo lan derken öğrendim ki, Papa gelmiş, yollar kapanmış. O yüzden böyleymiş. Ya Papa, beni mi buldun bula bula Papa. Açılır ümidiyle biraz bekledim (Fesatlaşmayın lütfen, Büyük Şef değil, trafik açılır ümidiyle.) Yok. Resmen, koca Vatikan, işi gücü bıraktı benle uğraşıyor. Yok sana günah bu akşam diyor! Olacak iş değil, Vatikan aşk hayatıma çomak soktu arkadaş. Bana bu yapılır mı be Papa, günah değil mi bana Papa! Uzat eliniii, öpeyim seni Yeeah! Resmen delirdim.


Kapatın Youtube'ü. Çok sakıncalı görüntüler var! Baksanıza.

Çaresiz Büyük Şef’i aradım. Şarabı fazla kaçırmamasını, çok ufak bir işim olduğunu halleder halletmez geleceğimi söyledim. Şirketten birini çağırdım. Arabayı ona verecektim, çünkü park edebilecek hareket serbestliğim bile yoktu. Geldi Halis Abim, sağolsun aldı arabayı. Ben de yürüyerek sahilyolundan taksiye binebielceğim trafiğin açıldığı bi noktaya gittim. Atladım. Sonrasında kapısındaydım. Yine de saat sekizi geçmişti. Ne de güzel tarif etti yolu. Hanımlar ekseriyetle bunu beceremezler. Cuk.

Vatikan sağolsun yapacağını yapmıştı. Yoluma taşı koymuştu, çünkü kahretsin ki Büyük Şef çok hafif de olsa sarhoştu. Beraber içip sarhoş olsak tamam da, böyle hiç olmamıştı.

Gayet çakırkeyif haliyle, beni buyur etti. İçeri geçtim, içtiği şaraptan bir kadeh de bana koydu. Birkaç yudum aldım. Evi çok güzeldi. Halısız, büyük ama modern eşyalı evler vardır ya onlardan. Eşyalara kırmızı tonları hakim. Belli ki beni biraz şuursuzca çağırmıştı. Biraz sohbet ettik. Sonra koskocaman kolyğuna uzandı. Gerçekten koskocaman bir koltuktu. Ben de ceketimi çıkardım. Şarap kadehimle beraber koltuğun tam çaprazına onu da yüzünü görecek şekilde oturdum. Biraz uzakça...

Belki o yanına gitmemi bekliyordu, ama ben gitmemiştim. Biraz cesaretsizlik diyebilirsiniz. Biraz sarhoşluğundan korktum aslında. Hıyar fırsatçı adam rolünü kendime hiç yakıştıramadığım içindi aslında.

Beni zaten yanına da davet etmemişti, ama yine de hem rahat olmam hem de ona hamle etmemem şaşırtmıştı onu. Beklemiyordu. Onu tanıdığım ilk günden itibaren ilk kez, ama ilk kez o şaşkındı, ben güvenli.

Hemen aksini düşünüyorum. Koltuğa girmiş olsam...

O koltuğa girsem, derhal fırsatçı olmaya çalışan birisine dönüşecektim. Öyle birisine dönüşmüş olma, hatta dışarıdan böyle birisi gibi görünüyor olma olasılığı dahi benim beynimi kemirirdi, kendimi bilmesem... Girdikten sonra, eğer o bana hamle etmese, ya da çok çok daha kötüsü benim hamlemden kaçsa filan, bu benim özgüvenimi tarumar edebilirdi. Koltuğa uzanırkenki “sadece uyumak istiyorum.” gibi cümleleri, aslında, “yapmak istiyorum da, istemiyorum da, ama sonradan pişman olmak istemiyorum” gibi rahatsız edici bir elektrik yaratıyordu üzerimde. Onun yanına yatsam, doğallıktan çıkmış bir takım zorlama hamleleri yapayım mı yapmayayım mı diye düşüne düşüne ezik bir hale gelecektim. Yattığım an bombayı kucağıma almış olacaktım. Her hareketim onun tarafından tartılacaktı.

Resmi şuradan aldım.

Oysa ben yatmadım,
Bu yüzden artık bomba onun elindeyki. Başta uykusu varken, uykusu açılmıştı. Niye bu yanıma gelmedi ki diye düşünmeye başlamıştı. Güveni azalmıştı, acaba bir şeyden irite mi oldu onun için mi gelmedi diye düşünüyor. Yüzüne saçma gülümseme geliyordu. Beni davet etmek ya da yanına gitmemi istediğini hissettirmek istemiyor, bunu benim yapmamı istiyordu. Ben yapmadıkça, rahatlıyordum. Yanlış anlamayın. Kesinlikle aman yanına yatmadım da ne kadar erdemliyim filan demek istemiyorum. Çok ilginçtir ama, yatmamak beni daha güçlü pozisyona sokmuştu. İyice kıllanmaya başlamıştı. Biraz daha şarabından aldı. Kendisinin yaşlı olduğunu düşünüp düşünmediğimi sordu.

Eyvah! Fazla mı abartmıştım. Dönülmez bir yola da asla girmek istemezdim. Kesinlikle öyle olmadığını, son yıllarda kendisi kadar güzel bir kadın kesinlikle ve kesinlikle görmediğimi söyledim. Artık gitmem gerektiğini, güzelliğiyle gecemi güzelleştirdiğini söyleyerek izin istedim. Kapıda beni uğurlarken de küçücük öptüm.

Ertesi sabah “Bir daha o kadar içmemeliyim di mi :).” tadında gelen mesaja. “Yoo, çok sevimliydin. Beraber içm” (Burada güzel değil de sevimli kelimesi özellikle seçilmiş bir kelimedir, kendini genç hissetmesini sağlar.) Daha sonra birkaç kez daha görüştük.

Merak edenler için: Vuslat, biraz rötarlı, ama çok daha daha şa şaalıydı.

10 DIYECEGIM ODUR Kİ...:

"leb" demeden... dedi ki...

kendimden küçük erkekleri ciddiye al(a)mayan bi tek ben miyim?

(kızma T.İ.)

T.I dedi ki...

Yok canım, n'iye kızayım ki?

Benim böyle katı bi' kuralım kesinlikle yok. Sadece benden yaşça küçüklere tahammülüm biraz daha az. Ama olmaz diye bir şey yok.

Femme Fatale dedi ki...

benden 5 yaş küçük cıtırım geldi aklıma şimdi:) o da bana ilk geldiği akşam oturdu ve sadece konustu eli ayağı rahat durdu cok sanslı oldugumu düşünmüştüm o kadın da öyle düşünmüştür eminim:)

T.I dedi ki...

@Justliar: Hoşgeldiniz. Bazı kadınlar doğuştan şanslıdır zaten bence :)

dipnot:

Bak leb-i derya, tersi durumlar da var. :)

cipim dedi ki...

benim sevgilim benden 3 yaş küçük. hastasıyım. :D

ama büyük şef alkol olayıyla çuvallamış. ilk yalnız kalmada olmasaymış iyi olurmuş.

Femme Fatale dedi ki...

hahahaa hakısın T.İ. Yasıtım sevgililerim eve gelirken ikçi alırken o dün Tobleron getirdi:) Her zaman söylerim eğer içki içmemişseniz ve buna rağmen tutkuyla sevişiyorsanız o kişi doğru kişidir (yatakta)!

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

öyle güzel bir hatunla öyle bi geceyi küçük bi öpücükle bitiriyosun.. iyi satranç oynadığına emin oldum şimdi :)) UYRGZR-.-

T.I dedi ki...

@justliar: Doğru hareket, güzel bir kırmızı şarapla tobleron getirmektir :).


@Uykusuz// Uyurgezer:
"Küçücük öpüyor delip geçiiiyor." Öyle bi şarkı vardı di mi? Kim söylüyodu?

cipim dedi ki...

yalnız etikette mature yazmışsın, olmamış. o kadarda yaşlı değil senden. haksızlık etme büyük şefe.

athırsızı dedi ki...

su an sevgılım 29 ben 26 yasındayım ve anlattıklarını o kadar ıyı anlıyorumkı. Kucuklerle vakıt kaybetmeyın arkadaslar . Size tavsıye pandoranın kutusu buyuklerde

 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket