Johan Cruyff, çok büyük adamdır. Tanımayan bilmeyenler için, eski bir futbolcu, tartışmasız olarak gelmiş geçmiş en iyilerden. Futbolculğu sonrası da futbolun teorisine dalmış ve bu alanda da dünyanın en büyüklerinden biri olmayı başarmış birisi.
N'iye şimdi durup dururken ona değindim? Çünkü bence hayatın her alanına adapte edebileceğimiz çok çok önemli bir lafı var. Bir ropörtajında der ki:
- Gazeteci: Sizce en güzel gol hangisidir?
- J. Cruyff: En güzel gol, boş kaleye atılan goldür.
Güzel gol demenin, güzel bir son vuruş demek olmadığını söylüyor. Boş kaleye atılan gol, aslında öyle bir kombine çalışmanın ürünüdür ki, son dokunuş en kolayıdır. Ve o hazzı yaşamak içinse emek gerekir. Oysa herkes son dokunuşlara bakar.
Kadın-erkek İlişkilerinde de durumun böyle olduğunu düşünüyorum. Erkekleri de ikiye ayırıyorum. Bunu çözebilmiş erkekler ve bunu çözememiş erkekler. Bir cümleyle özetleyiver derseniz. Erkekler kadınlarla ilişkilerinde genellikle röveşata golü atmak ve bunu anlatmak istiyorlar. En güzel kadınla en kısa sürede en süper ilişkiyi yaşamak istiyorlar. Faydanı maksimize etmeye çalışmak, başka hiçbir dış etmen koymadığında doğru gözükebilir. Ancak elbette ki kazın ayağı öyle değil.
Örneğin bir erkek 2 türlü one night ilişki yaşayabilir. Ben one night dedim ama her tür ilişkide böyle. One night ilişki en temel, aslında basic demek istiyorum ama nasıl ifade edeyim bilemedim, tamam neyse, en basic ilişki olduğundan örneği onun üzerinden vereceğim.
Erkek bir one night ilişkide ya röveşata atar, ya da boş kaleye... One night'ta bunun arası olmaz.
1- Fikren işi çözmemişsen, röveşata golü aramaya mahkumsundur. Çünkü başka şansın yoktur. Zemin iyi olacak, o gün gününde olacaksın, rakibin aklı bi sonraki maçta olacak, orta inanılmaz gelecek, senin de ayağına çok iyi oturacak. Vurduğun top da iyi yere gidecek. Olmaz mı? olur. İzleyin ama kaç maçta bir olur.
2- Oysa bir erkek, ortamını çok iyi hazırlarsa, kendi oyununa konsantre olup işin rakibe değil kendine bağlı olduğunu çözerse, topu kaptırdığında da nasıl pozisyon alacağını bilirse, çirkefe yatmadan fair play'e inanırsa, oyunu zorlamak, daraltmak yerine açarsa, yönünü değiştirirse, elinden geleni yapsa da her maçı kazanamayabileceğini bilirse, yardımlaşalarını iyi yaparsa, kalenin önüne geldiğinde de ona sadece topa dokunmak kalır. Kaleye sırtı dönük, kaleyi görmeden, ayağını başının yüksekliğine kaldırıp fizik kurallarını zorlayan bir vuruş yapmasına gerek olmaz.
Önemli not:
Yukarıda bahsettiğim maddelerde birinciyi yapan ikinciyi yapamaz ama ikinciyi yapan birinciyi de yapar başka inci'yi de. Tesadüf o ki bahsedeceğim hikayenin başkahramanının kod adı İnci, daha doğrusu incili. Bir one night değil. Sanki öyle bir şey anlatacakmışım gibi getirdim konuyu ama değil. Anlatacağım bu dediklerimin ışığında ama. Taze bir ilişki.
Kod adı İncili, çünkü, çok seviyordu inci takmayı. Ben de severim zaten ince boyun ve bilekteki zarif incileri. Güzel bir takıdır. İnci takan kadınlar genellikle zevkli olurlar. Aksine çok nadir rastladım. Ailesi Balıkesir'de yaşıyor. O ise üniversiteden itibaren İstanbul'lu bir kadın artık. Bunu özellikle belirttim, bu dönüşümü yaşamayı başaramayan ya da yaşamak istemeyen tiplerden değil, onu belirtmek için. 25 yaşında, 1,65-1,70 arası bir boyda, kumral, 7,6. Özel bir üniversite'de burslu okumuş. Burslu okumuş deyince de insanın aklında hep "aaa büyük mücadelelerle okumuş kızcağız, o zenginlerin arasında kimi zaman ayakkabısının altı delik, çıkınında bir somun ekmekleee..." filan gibi şeyler canlanıyor, hiç alakası yok. Puanı orayı tutmuş, burslu okumuş ama bir yandan rahat da bir kız. Bilmem demek istediğim profili tam anlatabildim mi? Pantolon giymeyi sevmeyen kadınlardan (bir parantezle belirtmeliyim ki çok severim bu kadın tipini). İlle de pantolonumsu giymesi gerekirse kısacık bir elbisenin altına tayt giyen model. Kokusuna, el-ayak bakımına düşkün. Bir kadının kendini kokusuyla hatırlatabilmesini çok seksi buluyorum. Bu yüzden kadınlar kendilerine en uygun kokuyu çok araştırmalılar bence, bulduktan sonra da vazgeçmemeliler.
Neyse, İncili ile denk gelişim, inanmazsınız ama o ortağımın vasıtası ile (bknz.) oldu. Arkasından çok konuşuyorum ama severim de... Bunun bir arkadaşı bizim şirkete gelmişti. İncili de o gelen arkadaşının kuzeniymiş, arkadaı gelirken onunla beraberdi. Ben bi' gördüm zaten, .bne ortakla hemen göz göze geldim. Biliyo' göz koyacağımı p.şt :). Hemen beni kesiyo. Kızla kesişeceğime bu y.vşkla kesişiyorum. Kıl kıl bakmasın bana diye. Tabii zaten eften püften olan muhabbete derhal katılım gösterdim. Çocukluk anılarını filan anlatıyolar, zannedersiniz ben de bunların amcaoğullarıyım. Öylesine yaşıyorum o hikayeleri. Benim tutuk ortağın geçtim zengin baharatı, tuzu biberi olmayan hikayelerini dinliyorum. Muhabbet öyle bir hal aldı ki bir noktadan sonra, ikisi konuşuyorlar, İncili ve ben de ani ve saçmasapan bir yorum patlatıp kopuyoruz. Ortağın önünde de tam performans koyamıyorum. Babasının önünde sigara içemez ya bazıları, galiba bu hissettiğim onun gibi bir duygu. Tam bilemiyorum ama o da böyle bir şey olsa gerek. Kadınlarla olan tüm hamlelerime gıcık olduğu için, onun önünde yapmak tedirgin edici. Neyse...
Onlar öğle yemeğine çıkarken, tahmin edin İncili ne dedi. "Ben gelmiyorum, burada kalayım biraz, İnternet'te işim var." Buyur burdan yak. Ben ne yapayım şimdi? Bundan da işaret almayayım da ne yapayım. "Sanki yıl 1991, bilgisayar Türkiye'ye yeni gelmiş, sırf bazı şirketlerde var. Eşin dostun çocuğu şirkete gelmiş de, hani olur ya, babası gitse bile gitmek istemiyo, bilgisayarda pacman mi he-man mi ne allahın cezasını oynuyosa gitmek istemiyor." resmen onun gibi bir durum. İnternet'te işi varmış. "Eee, çıkart telefonunu hallet, nerde ne zaman istersen" demedim tabi, "Oooo bizim bağlantı hızı var ya NASA'da yok." filan gibi bir şeyler dedim.
Sonra standart prosedürler girdi devreye. "Numaranı söyle, bundan böyle, saatini bana kur, sakın ha gecikme." Parola mıydı lan yoksa, nasıldı o şarkı.
2 akşam sonra onun arkadaşlarının olduğu bir ortamda yanına gittim, gece. Nasıl güzeldi anlatamam. Düzgün ve uzun bacaklı, kırmızı elbiseli, topuklu ayakkabılı... Eğlendik, coştuk. Ben seni bırakırım moduna girdim. Girmez olaydım dedim sonra da neyse, lavuk bir arkadaşı bana hop ağır ol koçum (tabii ki bu şekilde demedi de) filan yaptı. Ben de böyle durumlarda hemcinslerimle hiç dalaşmam. Zaten hepsi çok da alkollüydü, İncili de dahil. O zaman sen bırak, bırakınca da haber ver bana merak ederim ben dedim. (Bu poz için edilmiş bir cümle değil, gerçekten. Merak ederdim. Sanki ben yokken 26 yıldır napıyomuş diyeceksiniz, ama öyle değil, samimiyetle merak ettiğimi söyleyebilirim) Hiç düşünmeden ettiğim o cümle adamı aslında acayip ezdi. Çünkü bir anda kendimi öyle konumladım ki, sen bana hesap verirsin filan gibi. Komik. Halbuki ne alaka ama öye oldu. İncili'nin acayip hoşuna gitti. Kadınların böyle şeylerdeki hissiyatlarının çok sağlıklı olduğunu üşünüyorum. Kollanmak ve sahiplenilmekten hoşlandıkları açık, ama bunun samimisini ayırdedebiliyorlar. Ben de samimiydim. Tabii ki İncili ile beraber çıktım, onu evine bıraktım, kapıdan içeri girene kadar da eşlik ettim. Biraz da ayılmıştı. İçeri davet etti, ancak nezaket davetiydi.
Teşekkür ederek uzadım. 3 gün geçti. Bugün cumartesi, sms attı, aradım hemen. Birazdan onunla buluşmak üzere evden çıkacağım. Planımı yaptım. detaylarını sizinle daha sonra paylaşırım.
Wind Walkers (2015)
9 yıl önce