30 Eylül 2009 Çarşamba

Post İlişki Sendromları

Bu post için ilham perim sol tarafta da linkini görebileceğiniz Blog'un sahibesi PuCCa'dır. İçerik özgün, yazının en altındaki şarkılı türkülü format alıntıdır. Teşekkürlerimi sunarım kendisine. En sevdiğim yazılarımdan biri oldu diyebilirim.

Post İlişki sendromları. Yazması çok eğlenceli, o yüzden fazla lafı uzatmayacağım.

Efendim,

İlişki Sonrası Yamulmaları 1'den 10 'a kadar notlarsak,

Şu şekilde:

hiç s.kine sallamama <-- 1...5....10--> .mı g.tü dağıtma

Bu skalada, post ilişki yamulması notlamasında kadınların yoğun olarak 4-6 arasına konuşlandıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani her ayrılıktan kesinlikle etkilenirler. S.kine sallamama durumu çok nadiren gerçekleşir. İlişkiyi kendileri bitirmiş olsa da, diğer taraf bitirmiş olsa da genellikle bu arada oynarlar (Hanımlar lütfen istisnalardan bahsetmeyiniz, elbette ki olacaklar). Dediğim gibi hepsi etkilenir, ama çok etkileneni de 6-6,5'la işin içinden sıyrılır.

Haa bir de kadınlar, ayrıldıkları erkeğin durumunu aşırı merak ederler... "Nasıl oldu?", "Çok üzgün mü?", Eğer kendi ayrılmışsa arkadaşlarını arayıp "Destek olun X'e, çok fena oldu" filan...

Kadınlardaki "Çok üzgün müü?" "Anlamıştır şimdi benim değerimiiii, vuruyo mu başını taşlara" gibi cümleler ve düşüncelerle tezahür eden bu aşırı merak modunun aslında matematiksel bir açıklaması vardır.

Çünkü,
erkeklerin genellikle bu skaladaki yeri "küçüktür 3" mertebelerindedir. S.klerine sallamamaya daha bir yatkındırlar. Bunu bir övünç cümlesi olarak kurmadım. Sadece öyledir. Doğrudur ya da yanşlıştır tartışması yapmıyorum. Sanırım erkekler kendilerine karşı, kadınların kendilerine karşı olduklarından daha dürüsttürler (Otodürüstlük, var mıdır lan acaba böytle bir tabir?)...
Erkeklerin bu işte orta hali yok gibidir. Büyük bir kısmı küçüktür 3'lerde yer alırken küçük bir kısmı da büyüktür 8'lerde yer alır, .mı götü dağıtır. Dikkat, küçük bir kısmı dedim istisnai olarak demedim. Özetle erkeklerin bu ortalamadaki standart sapması çok yüksektir. Ortalamadan hep uzaktadırlar. Özetle saplaşınca sapıtan erkek, standart sapma değerini yükseltir.

Şarkılara paralel olarak Post İlişki Sendromları



Belirtme gereği duyuyorum. Örnek verilmiş şarkıcı ve şarkılar konuyla ilintilidir. Benim bu şarkı ya da şarkıcıları sevip sevmememle değil. Sembolik.

Sezen Aksu Sendromu (Erkek ayrılmışsa):
İşin özü lan ayrıldık işte ama iyi mi ettik kötü mü ettik. Sıçtım mı lan yoksa, bulamam mı lan beni böyle seven kızı. Ama dünya kadın dolu. Ya bu kıza haksızlık ettim galiba, ama ama... "Git, git, git... me duuur ne olursun"

Bryan Adams Sendromu (Kadın terk etmişse):
S.ktimin ağlak herifi. Çatal sesiyle s.kti attı dünyayı yıllarca. Ses değil yılan dili mübarek, çatallı. Yanlış anlaşılmasın, ben çatalı severim, ama ben çatalı ince bir bel ile düşük bel kottan çıkan güzel bir kalçanın birleşme detayında severim. Ağlak bir adamın sesinde değil. Neyse, kadın terk etti, sebepsiz değil tabii, kendine göre haklı haksız onlarca belki yüzlerce sebebi var. Var var da, yine de senin için ani oldu. Kısa bir süreliğine de olsa, hemen yeni açılımlar yoksa hayatında, iç dünyanda şu şarkı yankılanır: "Pleeeeease forgive me! I know now what I do!"...


Ersan ve Dadaşlar Sendromu:
Kadınlardan yediğin tekme ve tokatların akabinde can arkadaşlarına sığınış. Biraz erkek muhabbeti, akşam meyhane, biralı pes (Pro Evolution Soccer) partileri. "Lan biz var yaaa çok iyi arkadaşız hayatta sırtımız yere gelmez bizim"ler, "o karıların var yaaa..."lar. Aman tertip can tertipler... "Aman tertip can tertiip hasrete katlan tertip!"

İbrahim Tatlıseks Sendromu:
İlk evre atlatıldı. Ver elini özgür seks. Bu İbrahim Tatlıseks sendromu'nu Issız Adam'da Çağan Irmak iyi anlatır. Kızdan ayrılır, yaraları sararsın. Kaçamak yapmaksızın için rahat seks peşinde koşmanın tadına varırsın. İbrakim tatlıseks Sendromu fazla uzatmamak kaydıyla güzeldir. "Vur daavulcu vur davula güm güm gümlesin, dilo..."


Serdar Ortaç Sendromu:

Bu, bir ne yapacağını bilmez bir sağa sola saldırış halidir. Kısa mı uzun mu? Büyük mü hissediyorum küçük mü? Ne yapmalı ne etmeli? Eski sevgililerden kimler var. Yaa şu kıza da uzun zamandır hastayım ama aile dostu, başımıza iş almayalım. Şeytan diyooor ki yanaş şuna! Özetle, "Hayaaaaat beni neden yoruyosun?"

Erol Evgin Sendromu:
Lan bak yine bu ilişki de bitti. Biraz ciddiyete davet ediyorum kendimi. Lan bak yaş kaç oldu. Ortağın olacak puştoroz anaokulu taksidi öderken sen hala neler peşindesin. Oğlum kendine gel, belki de hiç aradığını bulamadın, götoşluk sırf sende değil. Bak şimdi, azıcık kıs gözlerini, bak şöyle ufka doğru, hıııh. Oku bakiym! "Ben imkansız aşklar için yaradılmışıııım, ne unutmayı bilirim ne kavuşmayııı..."
En fazla bir gün kalınmalıdır bu sendromda, çok sıçık sendromdur.

Yazarın notu: Ucunu açık bırakıyorum, yeni eklemeler yapmayı düşünüyorum ilerde...

28 Eylül 2009 Pazartesi

Felicita, devam...

Akıl yaşta değil baştadır. Çok doğru. Lâkin bu akıl hangi baştadır? Unutulmamalıdır ki bir erkeğin düşünmeye yarayan iki ayrı organı vardır. Biri vücudunun üst kısmında kafasının içinde, diğeri de vücudunun orta kısmında ileriye doğru bir konsol şeklinde konuşlanmış vaziyettedir. Kadınların yaptığı en büyük hata, erkeğin düşünce sistemleri için hep bunlardan sadece birini kullandığını öngörmelidir. Zannederler ki erkekler sırf konsola göre düşünüyor. Lafta da aslında kafatasının içinde olanı kullanmasını isterler.


Beni sırf Djemba Djemba yönetse, Printer'la altı üstlü olmam an meselesiydi. Hatta belki farkında olmadan Printer'dan bir print out alır hayatımı bile karartabilirdim. Printer gibi birisiyle berabersen, çıktı konusunda çok dikkatli olman lazım. Kucağa alırsın yavrucağı. Dünyada evlilik için düğmeye basmış bir kadından daha tehlikeli bir tek şey olabilir. Evlilik için düğmeye basmış başka bir kadın. "Hıı hı alıyorum doğum kontrol hapını" der. Lak. Sonra farkında olmadan öyle bir ketenpereye gelirsin ki mutlu mes'ud bir şekilde, denyotor bir nikah memuru, belediye başkanının ona verdiği yetkiye dayanarak size arkadan dayayıverir. Kim kime dayanıyo anlamazsınız. Var örnekler, uydurmuyorum.

Hıh, printer'ı az çok anlatmıştım zaten, istemiyordum o tip bir ilişki. 2 ay sonra "Biz nereye gidiyoruz T.İ, bu ilişkiyi nasıl konumluyoruz hayatlarımızda?" tarzı sorgulamalarının başlayacağı bir şey. Allahım yazarken bile titreme geldi. Iyk, ne iğrenç. Ama iş Djemba Djemba'ya kalsa, adeta bir ayçiçeğinin güneşi takip etmesi gibi pantolonun içinden Printer'ı takip ediyor. Gerçi o Felicita'yı da takip ediyor ama, üst tarafta bulunan düşünce sistemi geminin pruvasını sürekli Felicita'ya çeviriyor.


Felicita zor hedef. Çalış çabala, ulaşamadım, daha doğrusu o ulaşılmaz olarak kendini konumlamayı başardı. Ne yaptıysam başarısız. Toplu cümbür cemaat bir akşam yemeğini bile organize edemedim. umudum çok azalmıştı ki, mucizevi bir şey oldu. Şirkette bilgisayarımın başındayken bilgisayarımın sağ alt köşesinden bir güneş doğdu. Güneş, mail suretindeydi. Felicita yazıyordu. Mailde şöyle şeyler yazıyordu.

"T.İ Bey Merhaba; Bu ayki, hatta bu ay da dahil olmak üzere bundan evvelki iki üç aylık satışlarımıza göre sizden alacağımız .....'lara dair projejeksiyonlarımızda bir takım değişiklikler oldu. Yeni rakamlara göre indirim, promosyon bla bla oranlarını en kısa sürede konuşup netleştirmemiz gerekiyor. Yarın, hatta mümkünse bu akşam bir toplantı yapmamız mümkün mü? Görüşmek dileğiyle..."

Bense gayrı ihtiyari bu maili şu şekilde okudum.

"T.İ, Sevgilim, Bu ayki, hatta bu ay da dahil olmak üzere bundan evvelki iki üç aylık çabalarına göre sana dair bakış açımda bir takım değişiklikler oldu. Bu yeni bakış açıma göre bu beraber olma, cinsel tansiyon bla bla olaylarını en kısa sürede konuşup netleştirmemiz gerekiyor. Yarın, hatta bu akşam beni güzel bir restorana davet et! Öpüşmek dileğiyle..."

Beş sene önce olsa derdim ki, "Ya kadın değil mi. Biraz bıraktım, ilgi göstermedim, bak tıpış tıpış geldi işte". Halbuki hiç alakası yok! Özellikle bu durum özelinde kesinlikle öyle değil. Burada başka bir tecrübe var. Burada diyor ki, madem kaşındın gel bakalım şefkatli kollarıma, Fakat geleceksen bu iş senin çükünün kurallarına göre değil, beni kurallarıma göre olur. Çünkü kusura bakma ama senden çok biliyorum. Diyecek bir şey yok. Benden çok biliyor gerçekten.

Dediğim gibi hiç yaşını öğrenemedim. Çok da merak etmiyorum ya neyse, tahmin et deseniz 41 derim. Çok güzel bir kadın. Şarap şarap. Süper akıllı. Değil beni sıkboğaz etmek, bazı aralıklar oluyor 3 gün ne o beni ne ben onu arıyorum. Hiç kıskanmıyor. Kıskanıyormuş gibi yapıyor bazen, bir erkeğin hoşlanacağı kadar, ama kıskanmadığını ben biliyorum. Kıskanılmak hiç istemiyor. "Bütün kadınlar kıskanılmaktan hoşlanır" klişesini aşmış. Bunun sinir stresten başka bir şey getirmediğini biliyor. Gerçekten benimle vakit geçirmek istiyorsa arıyor beni, ben de uygunsam bir program yapıyoruz. Haftada 2 bilemedin 3 filan toplam görüştüğümüz. Hep nerede nasıl davranacağını biliyor, kendine çok iyi bakıyor. Erkek egosunun olduğu durumlarda hesaba hiç karışmıyor, ancak hiç dile getirmeden, hissettirmeden her zaman telafi ediyor. Ki ben böyle şeylere pek takmam. Çok görmüş geçirmiş. Küçük şeylerin asla ilişkiyi germesine izin vermiyor. Sanki ilişki gurusu gibi. O kadar çok öğrenmesi gereken şey var ki kadınların ondan. Yani ananelerimizin, babanelerimizin klasik lafı vardır. "Gitsin de Fatmaanımın kızından biraz kadınlık öğrensin gibi". Felicita, modern çağın kadınlarının kadınlık öğrenecekleri cinsten bir kadındı.


İlişkiyi kimin yönettiği çok önemlidir. Eşit olmalıdır, o yönetmelidir bu yönetmelidir tartışmasına girmeyeceğim, ama direksiyon kadında olduğunda bu işin yürümediği/çok zor yürüdüğü bir gerçek. O yüzden genelde erkeklerin terazide biraz daha ağır bastığı ilişkiler daha normal gözüken ilişkilerdir. (Çoğu zaman kadınlar da bundan hoşlanır zaten) Ben böyle düşünüyorum, buna dikkat de ediyorum. Felicita'yla bunları hiç düşünmedim bile. Sanırım terazinin ağır tarafı oydu, umrumda bile olmadı. Çünkü o terazinin bir tarafında daha ağır olmaya hiç çalışmadı. Bunun yerine beni hafifletti, böylece o ağır bastı. Bir sürü baskıyı aldı üzerimden. Güzel günlerdi. Yine ister miyim böyle bir ilişki. Sanırım hayır. Çok rahat ama, sanırım heyecan unsuru biraz az. Denedim gördüm, oldu bitti.

Sonuç olarak,

Beni o terk etti. Ben onu terk edebilir miydim bilmiyorum. Belki, daha yaşayıp görmem gerektiğini düşünerek ayrıldı benden. Belki, başka birisine aşık oldu. Zaten hiç canım cicim, agucuğum bugucuğum olmadık. Yatakta 9/10'du. Az kişiyle yaşanabilecek bir tecrübeydi. Babacım, bir kadın 40'ına geldiğinde bozdurup iki yirmilik yaptırma fikrine katılmadığımı belirtmeliyim. Yeter ki, Felicita gibi olsunlar.

Felicita! Yani mutluluk. Çok rica ediyorum lütfen bir kez dinleyin/izleyin. Hatta herkes izleyebilsin diye Youtube versiyonunu koymuyorum.

Herkese Mutluluklar

İlgili aramalar: müzik - feliçita - felicita - eski - demet

18 Eylül 2009 Cuma

Yaşça da her şeyiyle de büyük kadın! Felicita.

"Bir kadın 40'ına geldiğinde, bozdurup iki 20'lik yaptırmak gerek." demişti babam yıllar yıllar önce. Bu laf acaba sadece bir espri miydi yoksa gerçeklik payı büyük müydü? Anlamak bu yaşıma kısmetmiş. Fikirlerimi deneyimlerimle anlatmak isterim.

Adı Sibel'di, kod adıysa Kardelen. Kardelen'le Uludağ'da tanışmıştım. Güzelce bir kızdı. Zaten bir kız eğer kayak yapıyorsa %90 olasılıkla güzeldir. Çok nadirdir 6,5 - 7'nin altı kayak yapan kadın.


kıyafetlileri de bunlardan aşağı değil ya neyse...

Bense şu kayak sporunu pek kıvıramam. Ancak bilirsiniz, muhabbetten hiç geri kalasım yoktur. Bizim tayfanın kayak organizasyonu olursa mutlaka takılırım eğer iş güç engel değilse. Nerde Beceren orada T.İ.! Otelin adına bak ya, Beceren. Gider miyim başka yere? Varıyosun, alıyosun Beceren Ski-pass'ı :). Bi' kere moralman 1-0 galip çıkıyorsun sahaya.

Bazı sporları yapmak istiyorsan çocukluktan o işi halletmek gerek. Yoksa ne yaparsan yap eğreti oluyor. Misal kayak, çalışıyorsun çabalıyorsun, binbir emek sonunda da o mosmor götünle kayabilmeye başlıyorsun, hah artık hızlanabilirim gibi de geliyor. Vaay karizmaysa dibine kadar bende, dağlar ayağımın altından akıyor lan resmen diyorsun. Sonra, en kıyak kayışın esnasında çekilmiş bir fotoğrafını görüyorsun, ulan resmen bükük s.k gibisin. Böyle bir çirkin görüntü dünyada yok. Re-za-let. Millet yanından kar sıçrata sıçrata geçmiş filan. Eee peki, kayak yapamıyorsun, ama bir şekilde bu güzel beyaz dünyanın kadınlarına da bordalamak lazım. O zaman, aklın yolu bir: Board. Biraz öğren, hem hiçbir muhabbetten geri kalmazsın hem de karizmadan ödün vermezsin. Hem zevklidir, hem kendine göre bir havası vardır. "Ben board seviyorum ya daha özgür bir spor bence" gibilerinden konuşursun, lan aslında kayak yapmak istedim ama bükük şeye benzedim diyemeyeceğine göre.

Kardelen'in boyu 1,62, etiler kasanın bayrak taşıyanı. Dikkat: Kıyafetli hali 7,8, kıyafetsiz hali 7,0. İşte yeni bir konuya geldik. Bu konu da enteresandır, değinmenin vakti geldi. KGG Endeksi, yani kıyafete göre güzellik. Şöyle bulunuyor: KGG= Kıyafetli Hali Notu/Kıyafetsiz hali Notu.

eğer,

KGG endeksi > 1 ise, güzel giyinmeyi makyaj yapmayı biliyor. Bazen abartmayı seviyor. Bunda kötü ne olabilir diyeceksiniz. Bu sayı 1'den bir hayli büyük ise problem. İçi su dolu sütyenler, korseyle 4-5 santim incelmiş beller, fondötenlerin ardında saklanmış yüzler... 1'den fazla büyük oldu mu çok kötü. 1,05'i geçmesi makbul değildir. Ekseriyetle, Etiler&Nişantaşı kasalarda görülen bir durumdur. KGG'nin yaşını almış kadınlarda da yüksek olması normal karşılanır.

KGG Endeksi küçüktür 1 ise, güzel, ama giyimi kuşamı bilmiyor. Zordur, genellikle zamanla doğruyu bulurlar. Güzellik değerini giydikleri yüzünden düşürmek kötü bir durum bence kadın için. Bu sendrom genellikle taksim&anadol kasalarda görülür.

KGG Endeksi=1 ise, saf güzellik. Ayarında giyiniyor, saklayacak bir şeyi yok, zaten güzel abartmaya da, silik göstermeye de ihtiyacı yok. (Bıcıbıcı KGG=1'di mesela)

Nerede kalmıştım? Kardelen'e dair yazacak çok bir şey yok aslında, Kardelen'in sonrasını yazmak için başladım ben bu post'a. Yine öküz gibi yazdım. Neyse Kardelen'den 3 aylık bir ilişki sonunda ayrıldıktan sonra her zamanki gibi kısa bir boşluğa düştüm. Bana açık bir şekilde yazan bir kız vardı. 25 yaşlarında, kod adı Printer (Lafonten taktı) çünkü bana cidden alenen yazıyordu. Ciddi bir şeyler yaşayabileceğim bir kadın değil, onu biliyorum. Ancak gerçekten çok kolay bir hedef. Ama kız arkadaş baskısını hemen üzerinde kurmaya meyilli bir tip. Yani bir çıkmaya başlasan hemen markaja başlar. Fakat öte yandan yaşatır da... Zaten güzel bir kız, yatakta da coşkulu olduğuna hiç şüphem yok. Her haliyle belli ediyor.

Printer baskıyı artırıyor. İstediğimi vermek için şartı beni boyunduruğuna almak, çok iyi biliyorum.

Neyse ben bu boşluktayken bir kadına fena vuruldum. Ancak çok zor hedef. Yaşı büyük, ne kadar büyük bilemiyorum, tipine bakınca tam anlaşılmıyor. Ancak dünkü çocuk olmadığı belli. Nerede gördüm nasıl tanıştım kısaca geçeyim. Tamamen iş ortamında oldu. Bizim ithalat yaptığımız üründen büyük alım yapan iyi bir müşterimiz. Daha doğrusu o firmada çalışan bir ürün müdürü, yeni girmiş firmaya, o yüzden hiç tanımıyorum. Bir toplantı için bizim şirkete geldiiii, eyvah dedim ben zaten. Karınca akını başladı yine. Karıncalanıyorum, yapacak bir şey yok. Adını ben taktım, bizim ibnelere bırakmadım: Felicita. Cep telefonu bu şarkıyla çalıyordu. Ne şarkıydı. Onun genç kızlık lise üniversite yıllarının şarkısı olduğuna göre benden bi 10 yaş filan büyük olduğunu tahmin etmiştim. Biz çocuktuk o şarkı varken. Ancak enteresandır, asla hiç gerçek yaşını öğrenemedim.

Felicita tam bir afet. Hayalleri süsleyecek cinsten. Minyon kasa, tam bir Nişantaşı modeli, orada oturuyor zaten. İşte hep topuklu, hep etek, hep topuz filan. Yaptığı iş öyle pek bi plaza işi gibi değil aslında ama ciddiye alıyor görünümünü. Duygusal olabilirim biraz ama 7,6 filan, KGG'yi daha sonra açıklayacağım. Yazın büyük güneş gözlüğü takan güzel burunlu kadınlar vardır ya, onlardan. İşinde de başarılı. Mümkün değil denemeden bırakmam. Ama akıllı da olmak lazım. Yaklaşmak çok zor. Şimdi bi' boklar yesem, işlerin de içine etsem, ortağım keser beni, "işleri bok etme oğlum"la başlar nerden çıkar bilmiyorum, bunaltır beni. Evli piç! Ona kalsa hiç bi bok yemeyeyim zaten. O ibne de hasta oldu Felicita'ya ama, yenge var yaaaa, Allah düşmanınım başına vermesin, kazıklara oturtur bunu. Sanki ben dedim denyoya 25 yaşında evlen, 30 yaşında da çocuğunun 1000 dolar 1000 dolar yuva taksitlerini ödemeye başla diye. Hiç anlamıyorum, hiç. Onun lafıyla değil tabii, dikkatli olmakla beraber var gücümle saldırıcam. O da gitsin karısına saldırsın banane.

Facebook'tan ekledim. Eklememle bütün facebook gizlilik ayarlarımı gözden geçirdim. Şimdi abuk subuk bir şey görür, durduk yere kendi kalemize gol atmayalım diye. Boşanmış olduğunu saptadım. 608 arkadaşı mı ne var. Yuh. Zor hedef olduğunu iyice kanıtlıyor. Sanki çok lazımmış gibi bir toplantı ayarlamaya çalıştım, gelmedi. Bir iki deneme daha, olmuyor. Fazla naz aşık usandırır, ama valla beni usandırır mı bilemiyorum. Öte yandan Printer artık paldır küldür yazıyor bana, kız akşam her gittiği yerden arıyor. Eve döndüm filan diye mesaj atıyor :) Ama nasıl içim istemiyor anlatamam. Bir yandan çok kolay hedef, ne güzel de kız. Resmen elde var 1. Büyük ikilemde bıraktı beni. Kukuma mı gideyim yoksa Hamdi Bey'in teklifine evet mi diyeyim?


yine çok uzattım. en kısa sürede devam edeceğim...

10 Eylül 2009 Perşembe

Sahada her şeyini verenler.... Seksi vs Seks

Diego'nun yorumunun içindeki bir tabir beni yeni bir şeyler yazmaya itti. Tam işten çıkacaktım, biraz erteliyorum.
Tehlikeli İlişkiler Blogunda değinilmesze olmayacak bir mevzu: Sahada her şeyini verenler.

Seks üzerine kafa yormayanları hiç anlamıyorum. Kadınları da erkekleri de... Ama kadınları daha bir anlamıyorum... Daha "seksi" olmak için bu kadar çaba sarf edip, seks işin içine girince bir o kadar fikirsiz zikirsiz olmak. Hayret edilecek şey. Bir tek "i" nelere kadir.

Erkeklerin çoğunun da farklı olmadıklarını tahmin ediyorum. Erkeklerin çoğunda seksi olmak diye bir endişe de olmadığı için.

Ya bu basit bir zevk değil ki. Basit bir zevk olsa bu kadar peşinden koşar mı herkes. Bu kadar peşinden koşulan bir şeyi niçin iki şık şık bir tıktığa çevirelim ki. Doya doya yaşamak lazım.

Bir erkek olarak sahada her şeyini vermek çok önemli. Bu sizi ilişkinizde de güçlü kılar, hayatınızda da. Atla deve değil. Biraz teori biraz da pratik. Azıcık açıyorum.

Erkekler için:

1- Bencilliği bir kenara bırakın. Karşınızdakinin de bırakmasını sağlayın. Aslında ben bazen kendimi karşı tarafın memnuniyetine çok fazla kaptırıyorum (Sevgiliyle seks yapmanın en büyük eksilerinden biri). Salakça bir erkek takıntısı (bu işi profesyonellerle yapmanın erkek tarafında böyle bir avantajı da var. Pek kimse bunu dile getirmez ama...)

2- Kendinize uygun pozisyonları deneme yanılmalarda bulun. Asla "hah budur" demeyin. Arayışınızı sürdürün. Günler geceler çuvala mı girdi?

3- Akıl akıldan üstündür, okuyun, daha da okuyun, paylaşın... Mesela ben yeni öğrendim bu multi-orgasm denen şeyi. Türkçesi ardışık orgazm gibi bir şeydir herhalde. Özet olarak orgazmdan alınan zevki uzatan bir teknik.Kadınlarda fiziksel olarak daha mümkün bir şey. Ancak erkeklerin de yapması mümkün. Yaygın bilinenin aksine boşalma, orgazm için bir must değil çünkü.



Neyse dediğim şu ki, teorisine de pratiğine de vakit ayırmak lazım. Düşünün dünyanın en büyük takımıyla maç yapmaya çıkacaksanız sadece fizik güç yeterli olmaz. Teknik, taktik, akıl, fizik her şeye dikkat etmek lazım.

Kadınlar için önerilerde bulunmayacağım tabii ki, ancak erkek gözüyle basit bir yorum yapabilirim. Benim yatakta kuralları olan kadınlara tahammülüm yok. Yatağa gitmeye dair sert kuralları olan kadınlardan da pek hoşlanmıyorum ama yataktaki kuralcılıktan hiç ama hiç haz etmiyorum. Kuralcılıktan kastım onu yapmama bunu yapmamadan çok yeniliklere açık olmama. Neyse kapatıyorum konuyu.

Sahada her şeyini verenler fantezilere her zaman açıktır. Fanteziler de her zaman güzeldir. Fantezi deyince de hep ilk akla gelen tutuklu erkek ve gardiyan kadın tarzı şeyler biliyorum. O da güzel. Ancak ille de o kadar yüzeysel bakmamak lazım. Aldatmaktan sonra Fantezileri de bir deşmeli sanki. Ooof of.

En güzeli beraber keşfetmektir. Bana bu hayatta en büyük hazzı da o verir. Yataktaki ahengin nişanesidir adeta.
Modellemek gerekirse tenise benzer. Kendinden kötü oynayan birisiyle oynamak çok sıkıcıdır. Nadiren sana bir şeyler katar. Kendinden iyi birisiyle oynamak çok şey katar, ama yorucudur. Denk birisiyle oynamaksa çok zevklidir, bir o kadar da öğeticidir. (Şimdi lütfen bu kısmı okuyanlar, "sen bu işe bir mücadele gözüyle mi bakıyorsun, bunda kazanan yok klişelerini" diye düşünmesinler. Onu demek istemediğim çok açık. Seks yapmak her halükarda zevkli tabii ki, bakınız)

Velhasıl-ı kelam:
Sahada her şeyini vermek o kadar kolay değildir. İleride hayatımdaki örneklerle açıklarım inşallah. Verene saygımız sonsuzdur.
Naçizane fikrim budur
Sevgilerimle

Hamiş: Yaşadığım hikayeleri anlatmak kolay, hop diye yazıveriyor insan. Böyle yazmak daha zor valla :)

9 Eylül 2009 Çarşamba

Her dem Didem!

Bazı kadınlar vardır; onlarla tenleriniz ölümüne uyuşurken kafalarınız zerre kadar uyuşmaz. Bu uyuşmazlık bir ilişki sırasında edilen kavgalardan çok öte bir uyuşmazlıktır. Öyle sen şunu yapmadın ama bunu böyle yaptın aslında şöyle yapman gerekiyordu tipinde bir uyuşmazlık değil. Daha güçlü bir şey. Gıcık olmayla nefret etmenin mükemmel bir formülle karışmış hali. Nasıl anlatsam, mesela hiçbir falsosu olmamasına rağmen oturmasına kalkmasına kalkmasına aşırı gıcık olabilirsin mesela, o bile batar. Seyrettiği şeyden tiksinirsin, normalde senin de seyredebileceğin bir dizidir mesela, ama o seviyor diye, bakamazsın bile diziye başka zamanlarda. Tiksinti gelir.

Aşk - Güzellik - Sex, üçgen değil girdap girdap.

Tabii ki hiçbir ilişki böyle başlamaz. Anlatayım. Didem, yani Tenten. Bu kızla ten tene olmadığım hiçbir an bu kıza tahammül edemiyorum çünkü. İlk lakabı tenten değildi tabii ki, Dido (Daydo) idi. Fakat zamanla lakaplar da değişebiliyor. Ben ona Dido dediğim zamanları Dido, Tenten dediğim zamanları tenten diye yazacağım. Dolayısıyla Dido ile başlıyorum.

Dido güzellik skalasında 6,9 idi, taksim kasa görüntüsünde bir kız. Net olarak taksim kasa diyemiyorum, çünkü biraz karışık bir durum var. Değineceğim birazdan, Ama ondan önce bir detay daha vermem lazım. Dido'nun çok güzel bir kız kardeşi vardı, Baldo. Bizim tayfa Didem'in kızkardeşine bu adı taktı. Ben Daydo dedikçe bunlar Baldo diyodu. "Senin baldız da geliyor mu?", "Baldo geliyosa biz de geliriz, yoksa yokuz!", "Ne T.İ ne Dido, Kalbimizdesin Baldo" gibi sloganlar çok üretildi. Baldıza Baldo demek hoşuma gider hala. Baldo 7,8 bu arada.



Dido'yu anlatırken neden lap diye Baldo'ya geçtim? Elbette ki bunun bir sebebi var. Üzerine bir iki cümle etmek istiyorum. Eğer iki kız kardeş varsa, yaşları birbirine yakınsa ve kızlardan biri diğerine göre çok bariz olarak daha güzel bir kızsa... Rın rın rın rın... Böyle durumlarda güzellikte ikinci olan (dikkat çirkin demiyorum, güzellikte ikinci diyorum ,gerçekten de öyle) biraz alternatif yollara kayıyor. Misal ben ailenin biraz daha akıllı, duyarlı kızıyıma oynuyor. Bi' çok çalışkan kız moduna giriyor, bi çok çevreci oluyor. Çevre eylemleri takip edeyim diyor, ama annesi babası çok kızdığı için gitmiyor. Ama bu alternatif yollara kaymayı fikri ve akli olarak kaldıramıyor. Dersler hep çok iyi. Mesela bir çok duyarlı oluyo, organik kumaşlardan kendine elbise diktiriyo,ama içine pırlanta taşlı kolye takıyor filan (abartılı bir örnek verdim ama buna benzer durumlar çok yaşadım.) Yani yaşadığı hiçbir şeyi aslında fazla düşünmüyor ve hep kafasında saçma bir imaj yaratıp o yarattığı şey olmaya olmaya çalışıyor. Yaşam tarzım, yapableceğim fedakarlıklar neler? Bana uygun mu? Bunun için neleri okumalıyım, neleri takip etmeliyime filan bakmadan o kişi olmak istiyor. Daha kötüsü, daha tehlikelisi bundan ötürü kendisine saygı gösterilmesi beklentisi içerisinde. Dido'nun başına gelen ve beni tahammül edemez duruma getiren şey buydu. Ya ne olacaksan ol, bir şey demiyorum, ama 2 belgesel izledin diye Greenpeace neferi, bi tane felsefe dergisi aldın diye Filozof olmuyosun. Bunu bi anla... Daha çok yazarım bu örneklerden de uzatmıyorum.

Baldo çok rahat.

Baldo'nunsa hiç umuru değil. Zaten bu kadar rahat olup sürekli yıldız Baldo olduğu için Dido böyle ikircikli. Zengin baba, kızlarının ikisine de çok düşkün. Dido'dan çok memnun, "Çok çalışkan çok akıllı kızın, eh işte biraz deli yanları var, bazen foklar için filan hüngür hüngür ağlıyor." tadında yaklaşıyor Dido'ya. Anne hayatı boyunca hiç çalışmamış, kızlarıyla görece olarak ilgili ama ilgilenmenin hala notlarıyla ilgilenmek olduğunu sanan birisi (ilkokul3'ten beri geliştirememiş yani kendini :) Böyle bir durum.

benim yarim çok güzel kızannem
azıcık boydan kısa kızannem de...

Dido, 1,70. Baldo 1,63 filan. Dido bazen çok şık giyiniyo, bazen ketenlere bürünüyo, heybeler meybeler. Baldo genelde dar kot üzeri çok kısa kollu gömlek. Çok kısa kollu gömlek derken hani omuzunu azıcık geçiyooo hop orda bitiyo ya gömlek onlardan. Dirsekle omuzunun ortasına kadar filan gelmiyo. Akşam çıkıyorlarsa ikisi de güzel giyinmeyi biliyor. İkisi de Beyaz ten siyah saç. Baldo hep gergin saçlı, saçlar hep yapışık derecesinde gergin. Dido açık saçlı. Fiziksel yapıları aslında benziyor. Peki niye Baldo, Dido'dan çok daha güzel görünüyor. Durum şu: Babanın burnu güzel, annenin elmacık kemikleri: Dido annesinden burun almış, babasından elmacık kemiği. Baldo babadan burun almış anneden elmacık kemiği. Baldo şansa ikisinin de iyisini almış. Elmacık kemiği deyip geçmemek lazım bu arada, çok belirleyici oluyor. Dido babadan boy almış, Baldo anneden. Dido uzun, Baldo kısa. Ama Baldo yine şanslı acayip yakışmış ona minyonluk. :)

Kardeş olarak birbirlerini çok seviyorlar tabii ki. Buna eminim. Yazdıklarım sanki ikisinin arasında bir kıskançlık gerginliği varmış havası yaratmasın. Gerçekten de yok. Ancak tabii ki ikisi de birbirlerinin hayatlarını çok etkiliyorlarlar kendileri bile farkında olmadan.

Gerginlikle nereye kadar?

Dido'ya ilişkimiz öyle bir haldeydi ki, benim de üniverisitedeki son yılım filan zaten gergin bir dönemim, sürekli kavga etme ihtimali içinde yaşıyoruz. Çoğu zaman benim tahammülsüzlüğümden. Sürekli birbirimize kızma halindeyiz. Buna rağmen çok uzun sürdü. Asıl önemli kısım inanılmaz bir cinsel uyumumuz vardı. Böyle bir şey yok. Resmen uçuş saati. O da ben de. O karaktere hiç oturtamadığım bir dolu fanteziye de açık bir kızdı. Çok güzel şeyler yaşadık. Sonra dedik gırtlaklayacağız bir birbirimizi yoksa, ayrıldık. Dido'nun Tenten'e dönüşmesi de tam o ana denk gelir. Sonrasında, o inanılmaz yatak performanslarının hatrına tentenle defalarca kez tekrar birlikte olmaya çalıştık. En uzunu on gün sürdü. "Fuckmate" olacak bir tip değil Tenten, bir şekilde adının konması gerekiyor işin. Ben diyorum ne seninle ne de sensiz, etme eyleme Tenten. "Beraber oluyoruz." gündüz telefonda birbirimize giriyoruz, akşam yatakta. Bu beraberlik belki 7 -8 defa restart edildi. Hayatımın çeşitli dönemlerinde hep dönbdüm ona, o da bana. O yüzden her dem Didem dedim.. Fakat çekilir cinsten değil. Ne o bana tahammül edebiliyor ne ben ona. Fakat bir acayip de uyum var. Anlam veremiyorum. O kadar bu konular üstüne düşünmeyi seven adamım, çıkamıyorum işin içinden.

Bitti.

Peki ya Baldo?
Baldo bizim tayfadan kimseye yar olmadı valla. Okulunu bitirir bitirmez evlenmiş. Kocası İzmirliymiş. "İzmirli geldi İstanbul'dan güzel kızı kaptı, bi de götürdü oraya, sanki orda yeterince yokmuş gibi, götvereeeen "dedi büyük ilişkiler filozofu Lafonten.


Dido'dan öğrendiklerim:
- Çocukluktan takıntılı kadınlarla uğraşmak çok zordur. Bir yerde patlak verir olay. Gerçi kimin yoktur ki takıntısı diyeceksiniz. Ancak bu kadar barizinden bahsediyorum.
- "Sevdiğinle seks daha güzeldir" paradigmasını aşmak lazım.
- İlişkilere açılımlar getirmek lazım. Baldo açılımı yapamadık. Herkesin aklı kaldı.
 


TEHLİKELİ İLİŞKİLER © 2008. Design by: Pocket